Merhum Akif Emre, şimdi Çizgisiz Defter adlı kitabında (Büyüyenay Yayınları, İstanbul 2016) yer alan şu satırları bu sayfada yazmıştı:

“Endülüs medeniyeti üzerinde yazılıp çizlenler genelde medeniyet bilincinden yoksun geçmiş özleminden ibaret kalır. Bir medeniyete dökülen bunca ağıta rağmen ‘medeniyet idarakinden yoksun olmak Müslümanlar için ironik bir durumdur.

Endülüs yeterince kavranamadığı içindir ki, onun düşüşten sonraki serencamı da bilinmez. 1492 bir düşüşün miladı olmaktan öte bir unutuşun tarihidir aynı zamanda. 1492 yılını hatırlamamız biraz da buradan sürülen Yahudiler sayesindedir. Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelişlerinin 500. yılı nedeniyle Endülüs hatırlanır gibi olsa da bir medeniyeti omuzlayan Müslümanların akıbetine dair hiçbir soru işareti yoktur kafamızda.”

Akif Emre, mezkur ironiyi kırmak ve Endülüs’ü şerefiyle ve utancıyla birlikte hatırlatmak için kendisine düşeni yaptı; yazmakla yetinmedi, Endülüs’te şehir, kasaba, köy demeden günlerce dolaşarak “Elveda Endülüs Moriskolar Belgeseli”ni yaptı.

Bu belgeseli kaç kişi izledi ve ondan Akif Emre’nin kaygısını çektiği “medeniyet idraki” için gereğince yararlandı bunu bilemeyiz.

Ancak, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki Nur ve Linwood camilerine 15 Mart Cuma günü yapılan terör saldırısında 50 ve geçtiğimiz Pazar günü, Sri Lanka’daki kimi kiliselerle, otellere yapılan terör saldırısında 321 masum insanın hayatını yitiridiği malumdur.

Bu cinnet ortamında bile, Akif Emre’nin çabasını bir işaret fişeği bilerek, zikredilen idrakin idrakini insanlığa faydalı bir zemine dönüştürmek için yorulmadan, usanmadan çalışmak zorunda olduğumuzu bilmek durumundayız.

Bu manada Endülüs, Müslüman ve Hristiyan âlemi için eskimesi, yitmesi, unutulması mümkün olmayan bir laboratuvar hükmündedir.

Her iki taraf için de “neyi doğru yaptık, nerede yanıldık” sorularının sorulacağı yegâne merkez olan Endülüs, dinleri kendi şerli amaçları uğruna istismar eden kişi veya örgütlerin ürettikleri terör dehşetine karşı üzülmenin, kinlenmenin, öç alma duygusunun çok berisinde, topyekün insanlığın menfaati için araştırılmayı, yeniden değerlendirilmeyi hak etmektedir.

Albayrak Medya’nın önemli kuruluşlarından biri olan “tvnet”, zikredilen maksat ve bakış açısıyla, bu Ramazan ayının iftar programını Endülüs’ün önemli şehirlerinde gerçekleştirmek için seferber oldu.

Hatırlanacağı üzere, tvnet, üç yıl önce de benzer bir programı Kudüs’ten gerçekleştirerek, tarihinin öğrenilmesine; işgal gerçeğinin, şehrin gündelik hayatında yaşanılan sıkıntıların, acıların, umutların ve sevinçlerin anaşılmasına büyük bir katkıda bulunmuştu.

Endülüs’te, Müslüman nüfusun tamamının 1609 ve 1614 yıllarında İspanya dışına sürülmesini, bir “travmatik tasfiye” olarak niteleyen Matthew Carr’in aşağıda alıntılayacağımız satırlarında somutlaşan olguyu gözlemlemek ve bunu uzman konuklarla derinleştirerek doğru bir bilgiye, vicdan muhasebesine, dinin ve canın değerine tevdi etmek için, inşallah tvnet bu kez de Endülüs’ten yayın yapacak.

Kan ve İman-İslami İspanya’nın Tasfiyesi 1492-1614 adıyla dilimize çevrilen kitabında (çev.: Regaip Minareci, Alfa, İstanbul 2015), belirttiğim esasta şöyle diyordu Carr:

“Avrupalı politikacıların ‘başarısızlığa uğramış’ çok kültürlü bir vatandaşlık kavramını, gitgide katılaşan ve kültürel çeşitliliği tehdit olarak algılayan yekpare bir ulusal kimlik anlayışıyla değiştirdiği bir dönemde, Moriskoların öyküsü, güç kullanılarak gerçekleşen asimilasyonun feci sonuçlarının amansız bir örneği olarak durmaktadır. Muhafazkar entelektüellerin, ‘medeniyetler çatışması’ (genelde İslam ve Batılı ‘Judeo-Hıritiyanlar’ arasındaki bir çatışma olarak düşünülür) kavramına taraflı olarak başvurduğu bir zamanda, Endülüs’ün acımasızca yok edilişi bu kategorilerin aslında ne kadar değişken olduğunun adeta bir hatırlatıcısıdır. Günümüzde bazı liberal-demokrat siyasetçiler Müslümanlara, Avrupa kökenli seküler bir tolerans kavramına uyum göstermekle, gidip başka yerlerde yaşamak arasında bir seçim yapmaları gerektiğini söylüyor. 16. yüzyıl Katolik monarşisi de Yahudi ve Müslümanlara, Hıritiyanlığa dönmeleri yönünde baskı yapıyor, reddettikleri takdirde yakılarak öldürülmelerini buyuruyordu. İlk bakışta bu iki dönem arasında pek bir ortak nokta yokmuş gibi gelebilir, ancak bu iki dönem arasındaki dinamikler pek de göründüğü kadar farklı değil.”

Yukarıda zikrettiğimiz sonuçlarıyla, yakın tarihlerde vuku bulan terör eylemleri Cerr’i teyit ediyor olsa da, halen esasları doğru belirlenmiş bir uyum düzeni içinde yaşama umudu (Endülüs tarihindeki harika örneğiyle) insanlık semasında asılı durmaktadır. Tvnet ekibi, işte bu umudu yere indirerek görünür kılmayı, söz konusu idrakin teşekkülüne katkıda bulunmayı hedef edinmiştir. Binaealeyh, bunun ilk yolunun Endülüs’te neyin olup bittiğinin bilinmesinden ve dolayısıyla medeniyet idrakinin doğru biçimlendirilmesinden geçtiği ise aşikardır.

NOT: Tvnet’in Endülüs’te Ramazan programında bana verilen görev nedeniyle, bayram sonrasına kadar yazılarıma ara vereceğim.