“Yaşayan ölüler” geliyor. Şair der ya; “Nefes alıp vermekle canlı mı sayılır sanki şerir / Demirci körüğü de hava alır ve verir”. Gidişat iyi değil. Biz ahir zaman Peygamberinin ümmetiyiz. Fitne zamanıdır. İhtirasla istediğimiz, iktidar ve servet başımızın belası oldu. Hz. Ömer’in, İran’ın fethinden sonra ganimetle zenginleşen Müslümanların dönüşümünü görüp hayıflandığı gibi bir durumla karşı karşıyayız. Kaçtığımızı sandığımız şeye doğru koşuyoruz sanki. Acil işleri sürekli erteleyerek zaman kazandığımızı sanıyoruz. Oysa zaman kaybediyoruz ve giden zaman geri gelmeyecek. Aileyi ve gençlerimizi yani geleceğimizi kaybediyoruz.

CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi ile cinsiyetsizleştirilmeyi kabul ettik. Artık “Şahıs”, “Ferd” ya da “Kişi” değiliz. Bireyiz! Soyut, yalıtılmış ve yalnız. Biyolojik bir “var”lık. O sadece “ID”si ile tanınan bir organizma! “Cinsiyet”i de yok, “Unisex”. Üretilen, eğitilen, donatılan, görevlendirilen bir biyonik robot! Baba gen bankasından alınmış, anne de öyle, taşıyıcı anneden sonra bir yapay rahimde olgunlaştırılmış, kuvözde dünya ile tanışması planlanmış, bir robotun memesinden “endüstriyel, programlanmış, hormon, enzim değerleri ayarlanmış sütle beslenmiş”, sonra kreşte biyolojik olgunluk testinden sonra  mental kimlik programına alınarak “üretilmiş bir birey”den söz ediyorum.

Prof. Dr. Hasan Yetim’den bu halimizi anlatan  “Aha çözüm bekleyen meselemiz “ başlıklı bir mesaj aldım geçen gün. İNG Bank’ın korona günleri öncesinde çalışanlarının ve müşterilerinin katıldığı bir “Uluslararası Ticaret Semineri”nde konuşan “E.Hermes”in baş ekonomisti “Ludovic Subran” konuşma yapmış. Yetim de onu özetleyip, yeniden düzenleyip göndermiş. Onun Subran’ın konuşmasına yaptığını, ben de Yetimin mesajına yaptım. (Umarım bağışlar). Evet dünya değişiyor. 19.YY sonunda, savaş yıllarında, Kapitalizm, Komünizm ve Faşizmin gölgesinde oluşan kavram ve kurumlarla 21. YY’ı açıklayamazsınız, anlayamazsınız. Ekonomi, siyaset, toplum hayatı, her şey değişecek. Değişiyor. Peki bu değişim ne yönde ve nereye kadar ve nasıl olmalı. Bu konuda kim nasıl bir hazırlık içinde? Bu konuda, büyük ölçüde tam anlamıyla bir acziyet ve fikri sefalet içinde dünya! Bir emrivaki ile karşı karşıyayız. 2000 sonrası doğan Z kuşağı anne-babasını anlayamıyor, anne-babası da o kuşağı. Alışılmışın dışında reaksiyonlar veriyorlar. Görünen o ki, onları anlamadan dünyanın seyrini anlamamız zor. Gezi parkı olayı yaşandığında Z kuşağı ilkokul son sınıftaydı! Meydanlara çıkanlar X ve Y kuşağındakilerdi.

Bu gençlerin vasıfları ve zihniyeti nedir? İnternet, sosyal medya, kahve, fastfood ve bilgisayar oyunu gibi “bağımlı”lıkları var. Din, mezhep, tarikat, ideoloji, tarih, gelenek, akrabalık, arkadaşlık gibi aidiyetleri neredeyse yok gibi. Onları “kendi” yapan, başkalarından ayıran “alamet-i farika”ları yok gibi. Marka ürünler ve futbol taraftarlığı, moda akımlar, sanal cemaatlar gibi grublara “takılıyorlar”. Kalabalıklar içinde yalnız yaşıyorlar. İçinde yaşadıkları cemiyetten kopuklar. Yalnızlar, bakışları donuk, sanki her şeyden kaçıyorlar, intihardan ve şiddetden çekinmiyorlar. Dünya vatandaşı olmak ve dünyayı gezmek istiyorlar.. Din ve ideolojinin boşluğunu, ihtiyaç duyduklarında vijdanla doldurmaya çalışıyorlar. Bu tavırlarını hayvan, çevre ve insan haklarına konusunda daha kolay dışa vuruyorlar.. Sözde aktivistler. Algı oluşturan merkezlerin güdülediği bir kollektif davranış refleksi ile hareket ediyorlar. Dikkatleri birkaç dakikayla mahdut, düşünmeden ani kararlar alıyorlar, mesleki kariyerleri dışında algı ve tahlil kabiliyetleri çok zayıf, ilgisiz. Okumak yerine resim ve video izlemeyi tercih ediyorlar ve sosyal mediaya takılıyorlar. Emojilerle iletişim kurmayı “(bilişmeyi, tearüf etmeyi, empati yapmayı değil) tercih ediyorlar.. Hangi partiden olursanız olun, bu durum hepimizi ilgilendiriyor.

Bunların çoğu adrenalin tutkunu. Haz peşinde koşuyorlar. Çileyi akıllarına bile getirmiyorlar. Vijdan dinlerinin yerini almış. Kutsala karşı agnostik  takılıyorlar. Geçmiş ve gelecek tasavvurları yok. Mesai olsun istemiyorlar, kapalı yerden sıkılıyorlar. Tik’leri ve alerjileri var. Hobileri, fobileri var. Uzun vadeli iş ve programlardan sıkılıyorlar. Evlenmek istemiyorlar. “Yaşasın birlikte yaşam”!? Kimin ne zaman canı sıkılırsa tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna. Çocuk istemiyorlar. Köpek beslemek daha kolay ve ekonomik. Çabuk boşanıyorlar. Devam evliliklerde mutluluk katsayısı çok düşük

Teknoloji bağımlısıdırlar. İletişimi özgürlük zannediyorlar.. Yeme-içme, eğlence ve seyahate para harcıyorlar. Ama yardım etmek, ev sahibi olmak gibi düşünceleri yok. Uzun vadeli planları yok. Moda trendler, cazib işlerde çalışmak istiyorlar! Bir fırsatını bulup köşe olmak hayalleri vardır. Anı yaşıyorlar. Tasarruf yapmıyorlar, kimseye hesap vermek ya da risk almak istemiyorlar. Bu gibi durumlarda hemen demoralize oluyorlar. Evet, Gezi’dekiler X ve Y kuşağındakilerdi. Şimdi sahneye çıkanlar Z kuşağı dediklerimiz. Konuşmaları, kıyafetleri, davranışları çok farklı bir nesil geliyor. Bunları sadece Amerika’da, Fransa’da, Kore’de, Endonezya’da görmüyorsunuz, İran’da, Türkiye’de ve artık Suudi Arabistan’da da varlar. Kim bunlar dedikleriniz sizin kreş beslemesi, okul yetiştirmesi, din ve ahlak’ı “kültür” diye öğrenen, “değerler eğitimi” verdiğinizi sandığınız, sizin çocuklarınız.

Kim bilir belki de onlar Dr. Yetim’in dediği gibi,  “her yerde karşımıza çıkan, seslerini ve ayak seslerini daha çok duymakta olduğumuz ‘isyan’kâr bir nesil. Önce kendileri değişti şimdi bu değişimi gerçekleştirmeye çalışanların ‘gönüllü ordular’ı onlar.. Kendilerini idare edenlerin maksatlarını anlamak gibi bir dertleri yok. Sonunu göremedikleri maceralara hazırlar. Daima daha fazla hak ve özgürlük talep ediyorlar. Bunlar kim mi? Filmlerde görmeye alıştığımız, Zombiler”.

Bu nesil bizim eserimiz. Övünün övünebildiğiniz kadar! 

Selâm ve dua ile..