Merhum Arif Nihat Asya bir şiirinde "Ne olduysa hep bize azar, azar oldu" der. Türk milletinin gen haritasının, doku haritasının nasıl çıkarıldığını, hastalıklara direnç haritasının nasıl belirlendiğini, Türk insanının vücudunun nelere nasıl tepki verdiğinin izlendiğini, veri alt tabanına işlenildiğini, hem de bu süreçte Sağlık Bakanlığı'nın kullanıldığını, Dünya Sağlık Örgütü’ne nasıl raporlandığını, sonrada nur topu gibi Covid-19 yani koronavirüsü kucağımıza verdiklerini, bazı tekrar paylaşımlarla da olsa anlatmak istiyorum. Şair çok haklı, ne olduysa hep bize azar azar oldu.

Önce Atatürk tarafından bulaşıcı hastalıklarla mücadelede aşı üretmek için kurulan ve İstanbul'da, 8 Temmuz 1942'de kalp krizi sonucu vefat eden Refik Saydam'ın adı verilen Hıfzıssıhha Enstitüsü'nde takvim yaprakları 1997 yılını gösterirken aşı üretimi azaltıldı.

1999’da tamamen durduruldu. 2011’de “KHK” ile kapasına kilit vuruldu. Türkiye, aşıda dışa bağımlı hale getirildi. Kimin ki zerre miskal katkısı var, bu milletin emeği onlara zehir zıkkım olsun, analarından emdikleri sütler fitil fitil burunlarından gelsin! Şimdi; “Çin aşısı alsak da mı aşılansak!.. Alman aşısı alsak da mı aşılansak!..” diye sabah akşam TV ekranlarında onu konuşuyoruz.

Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye'deki faaliyetleri nasıl başladı? Temmuz 1946’da New York’ta düzenlenen Uluslararası Sağlık Konferansı’nda BM’ye üye 51 ülkenin temsilcisi ile FAO, ILO, UNESCO, OIHP (Merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Halk Sağlığı Bürosu), Kızılhaç, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu ve Rockefeller Vakfı Temsilcileri, Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nı hazırladılar.

O dönemde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, CHP’li Başbakanlar Şükrü Saraçoğlu ile Mehmet Recep Peker idi. Sağlık Bakanlığı koltuğunda ise Dr. Behçet Uz oturuyordu. Aynı tarihte Türkiye dahil 62 ülke, Anayasayı imzaladı. Anayasa’nın yürürlüğe girme koşulu olan 26 üye ülkenin onayı 7 Nisan 1948’de gerçekleşmiş ve DSÖ bu tarihte resmen BM ihtisas kuruluşu haline gelmiştir.

Halen 195’i asil, ikisi ortak [Porto Riko ve Tokelau (Yeni Zelanda’ya bağlı özerk bir ada ülkesi)] üyesi bulunmaktadır. Mevzuat hazretleri Hıfzıssıhha’yı kapattı!.. 1928’de kurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü aşı üretimine Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlamıştı. Bütün ülkenin aşı ihtiyacını karşılayan kurum, 20. yüzyılda Çin’de ortaya çıkan kolera salgını için ihtiyaç duyulan aşıları gönderdi. İlk çiçek aşısını üretti. Dünyada kuduz aşısını ilk üretenlerin başında geliyor. Yıllarca tifo, dizanteri, kolera, veba, menengokok, stafilokok, boğmaca, brucella, nezle, kuduz, verem, tetanos, difteri, kızıl, karma aşı, tifüs, çiçek, grip gibi birçok aşının üretimini gerçekleştirdi. 1954 yılında kurulan İlaç Kontrol Şubesi, devletin ilacını denetlerdi.

Bu durum, ilaç firmalarının korkulu rüyasıydı. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü Difteri, Boğmaca, Tetanoz ve her türlü tedavi anti-serumunun üretildiği bölümdü. Bakteri besiyerleri büyük cam galonlar içinde imal edilir ve oda kadar büyük neredeyse tarihi otoklavların içinde sterilize edilirdi. Üretilen anti serumlar arasında akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı. Enstitü öyle başarılı işler yaptı ki 1940’lı yıllarda Türkiye, Ortadoğu ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktaya geldi.

1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı. 1947 yılında, Biyolojik kontrol Laboratuvarı kuruldu. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açıldı. İntradermal ve BCG aşısı üretimine geçildi. 1948 yılında ülkemizde ilk defa boğmaca aşısı üretimi yapıldı. 1950 yılında, İnfluenza Laboratuvarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve İnfluenza aşısı üretimine başlandı. 1951 yılında, ilk kez antibiyotiklerin ve bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başlandı. 1956 yılında, tetanos aşısı daha modern metotlarla üretilmeye başlandı.

1958 yılında, ilk kez frenginin modern yöntemlerle teşhisi ele alındı. 1966 yılında, Kolera Referans Laboratuvarı kuruldu. 1974 yılında, Mikoloji Laboratuvarı açıldı. 1976 yılında BCG aşısının deneysel üretimine başlandı. 1983 yılında, kuru BCG aşısı üretimine başlandı. 1984 yılında Zehir Danışma Merkezi ve 1987 yılında AIDS Araştırma Merkezi açıldı. Fakat mevzuat gereği (!) çağın teknolojilerine ayak uyduramayınca aşı üretimi durduruldu…

1998 yılında ise BCG (verem) aşısı üretiminin durdurulmasıyla Türkiye’de insan aşısı üretimi tamamen sona erdi.

Aşı üretiminin sonlandırılması sürecinde görev almış MHP’li Sağlık eski Bakanı Osman Durmuş’un domuz gribi aşısı tartışmalarında “Türkiye aşı konusunda dışarıya bağımlı hâle getirilmiştir” yönündeki açıklamaları ise trajikomikti. AK Parti hükûmeti de, kamusal aşı üretimine dair hiçbir adım atmadı, bu alan tamamen göz ardı edildi. Bu dönemde Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından kapatılan Manisa Tavuk Aşıları Üretim ve Tavuk Hastalıkları Araştırma Enstitüsü’nün insan sağlığı açısından önemi, kuş gribi salgınında bir kez daha kanıtlandı.

Bütün bunlara rağmen hükûmet, aşı araştırma geliştirme ve üretimi yerine, ilaç/aşı tekelleriyle görüşüp yüz milyonlarca avroyu yurt dışına akıtmayı tercih ediyor. Bizde bu yapılırken dünyada zengin ülkelerin yanı sıra Brezilya, Arjantin, Küba, Çin, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Tayland, Meksika ve Güney Kore gibi ülkeler, yakın geçmişte birçok aşıda kendi üretimlerine başladı. 2005'te Sağlık Bakanı Prof, Dr. Recep Akdağ, Hıfzıssıhha Merkezi’ni biyoteknoloji alanında geliştireceklerini, Aşı konusunda zaman zaman sıkıntı yaşandığını ancak koruyucu viral aşıların yüksek kar getirmediğini söylemişti.

Nitekim Sağlık Bakanlığı, Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi bünyesinde uzun yıllardır kapalı bulunan aşı üretim tesislerinin yeniden faaliyete geçirilmesi için başlatılan çalışmanın devamı getirilmediği gibi yıllardır kullanılmadığı için eskiyen tesislere, üretim için trilyonlarca liralık yeni yatırım gerektiği ileri sürüldü. Cumhuriyet'in büyük yokluklarla kurduğu ve harikalar yarattığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığını kapatma şerefi, dinibütün sofi Recep Akdağ'ın Sağlık Bakanlığı döneminde kendisine nasip oldu. Bu şeref ona yeter! 2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapısına kilit vuruldu. Her şey Halk Sağlığı Kurumu'na devredildi. Önce bir soru; Hıfzıssıhha Aşı Üretim Laboratuvarı hangi Sağlık Bakanı döneminde kapatıldı? 30.06.1997 - 11.01.1999 arası Sağlık Bakanlığı yapan Dr. Halil İbrahim ÖZSOY, 11.01.1999-29.05.1999 arası kısa süre görev yapan Dr. Mustafa Güven Karahan veya 29.05.1999-18.11.2002 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı yapan müteveffa Doç. Dr. Osman Durmuş döneminde mi kapatıldı?

Kapatılması için nasıl kumpas düzenlendiğini TBMM tutanaklarından öğreniyoruz. 14 Ağustos 2018'de yaşamını kaybeden Anavatan Partili Dr. Halil İbrahim Özsoy, dönemin Sağlık Bakanıdır. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanı Sayın Uz. Dr. Erol Afşin ile Aşı ve Serum Üretim Araştırma Müdürü Mikr. Dr. Erkan Özcengiz ve BCG Aşı Üretim Laboratuvarı Şefi Mikr. Uz. Mehmet Serdengeçti tarafından ve Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğüne dahi bilgi ve haber verilmeksizin (ret raporları sumenaltı edilerek) Sevkiyat Şubesine ve oradan da Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan illere 1998 yılı Mart ayında 50 000 doz BCG aşısı gönderilmiş; büyük çoğunluğu çocuklarda kullanılır.

Konunun basına yansıması sonrasında İçel Milletvekili Fikri Sağlar, Güneydoğu Anadolu İllerinde bozulmuş, BCG aşısı kullanıldığı iddiası ile ilgili olarak yazılı soru önergesi verir. TBMM'de 20. Dönem 4. Yasama Yılı 38. Birleşim 29 Aralık 1998 Salı günü soru önergesi verir. Hatta aşıların Dünya Sağlık Örgütü (WHO) referans laboratuvarlarından birinde yeniden kontrol ettirilmesi talebinde bulunur. 20. Dönem 4. Yasama YILI 46. Birleşim 27 Ocak 1999 Çarşamba günü soru önergesi cevaplandırılır. Tüm bu yaşananlar Hıfzıssıhha’yı kamuoyunda tartışılır konuma getirir, güven sorunu ortaya çıkar.

Sonuçta 2 Kasım 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı Kararname ile kapatılır, mal varlığı, personeli, tüm yetki ve sorumlulukları, Halk Sağlığı Kurumu'na devredilir. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ve Dünya Sağlık Örgütü dayanışması… Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından yürütülmekte olan “Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Ağı”nın dahil olduğu Orta Asya ve Doğu Avrupa Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Ağı/ Central Asian and Eastern European Surveillance of Antimicrobial Resistance-CAESAR. 2011 yılında kurulan Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Sistemi (UAMDSS), ülkemizin kıyaslanabilir ve güvenilir direnç verilerinin toplanması amacıyla ve Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Aynı zamanda, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Ofisi tarafından yürütülen “Orta Asya ve Doğu Avrupa Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Ağı (CAESAR)” na dahildir.

Veri analizi Dünya Sağlık Örgütü’nün “WHONET” yazılım programı ile yapılıyor. Biz topluyoruz “WHO” analiz ediyor. Sürveyans sisteminin kalite güvencesini sağlamak amacıyla, 2011 yılından beri tüm katılımcı laboratuvarlara Ulusal Dış Kalite Değerlendirme (DKD) Programı uygulanmakta. Ayrıca, katılımcı laboratuvarlar CAESAR Ağı kapsamında Dünya Sağlık Örgütü ve UK-NEQAS işbirliği ile yürütülen Dış Kalite Kontrol programının katılımcısı. DSÖ Avrupa Bölgesi'ndeki 53 Üye Devletin tümü, antibiyotikle ilgili Avrupa stratejik eylem planını kabul etti ve Eylül 2011'deki direnç ve antimikrobiyal direnç (AMR) üzerine Küresel Eylem Planı onaylandı. Orta Asya ve Doğu Avrupa Antimikrobiyal Direnç Gözetimi (CAESAR) ağı, 2012 yılında DSÖ Avrupa Bölge Ofisi, Hollanda Ulusal Ofisi arasında bir ortaklık olarak ortaya çıktı. Halk Sağlığı ve Çevre Enstitüsü ve Avrupa Klinik Mikrobiyoloji Derneği ve Bölgesel ve küresel eylem planının stratejik önceliklerini yerine getirmek amacıyla Bulaşıcı Hastalıklar ve AMR gözetlemesinin kurulmasına ve güçlendirilmesine izin verecek bir ağ oluşturuldu.

Gözetim verileri antimikrobiyal direnç durumu için bir referans noktası görevi görür. Ülkeler ve bölgeler; Gözetim verilerinin paylaşılması zorluklar, farklılıklar hakkında açık bir diyalog sağlar ve topluluklar ve zaman içinde politika ve eylemin ilerlemesini ve etkililiğini izlemeye izin verir. Gözetim sistemleri olgunlaşır. Adrese teslim ‘Virüs’ için yapılan ön çalışmalar… Antibiyotik direnci, ülkemizde ve tüm dünyada giderek artmakta olan ciddi bir sağlık sorunu. Bu sorunla mücadelede ulusal düzeyde antimikrobiyal direnç sürveyansı çalışmaları önemli.

Ancak bu çalışmaların Pandemiye yol açacak Covit-19 yani koronavirüsün laboratuvarlarda üretilmesine katkı sunacağı kimin aklına gelirdi? Türkiye’de 2011 yılında Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Sistemi (UAMDSS), koordinasyonunda Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Sistemi (UAMDSS) kuruldu ve bilimsel bir komisyon danışmanlığına bağlı. Sürveyans; “belirli hastalıkların nasıl ortaya çıktığı ve dağıldığına ilişkin sistematik olarak yapılan gözlem” anlamına gelmektedir. Hastane infeksiyonlarının kontrolü amacıyla verilerin sistematik olarak toplanması, analizi ve yorumu hastane infeksiyonları sürveyansı olarak tanımlanır. Sürveyansın hedefi, ülkenin kıyaslanabilir ve güvenilir antimikrobiyal direnç verilerinin toplanması olarak belirlendi.

UAMDSS, 2013 yılı Kasım ayından itibaren Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Ofisi tarafından yürütülmekte olan Uluslararası CAESAR (Orta Asya ve Doğu Avrupa Antimikrobiyal Direnç Sürveyansı) Ağı’na dahil oldu. CAESAR ağı, Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Bulaşıcı Hastalıklar Derneği (ESCMID) ile Hollanda Ulusal Halk Sağlığı ve Çevre Enstitüsü (RIVM) ve Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) ile yakın işbirliği içinde. Avrupa Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Ağı (EARSS-Net), ECDC koordinasyonunda yürütülüyor ve Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkeler sürveyansa dahil edilmiyor.

Çevrime dahil edilen örnekler, daha önce CAESAR (Orta Asya ve Doğu Avrupa Antimikrobiyal Direnç Sürveyansı) UK-NEQAS DKD programında yer alan ve UAMDS Bilimsel Komisyonu Kalite Kontrol Alt Komisyonu tarafından gönderilen örneklerden seçilmektedir Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Laboratuvarı’nda örneklerin stabilizasyon ve kararlılık çalışmaları tamamlandı. Örneklerin bakteri tanımlaması, MALDI TOF MS sistemi ve antibiyotik duyarlılık test sonuçları disk difüzyon, gradiyent strip ve sıvı mikrodilüsyon yöntemleri ile çalışıldı.

Performans testleri tamamlanan örneklerin çoğaltma işlemi yapılarak örneklerler, taşıyıcı besiyerine (bakterilerin toplanması ve muhafaza edilmesi) alınmıştır. Bu verilere göre Streptococcus pneumoniae (vücudun farklı bölgelerinde ciddi enfeksiyon hastalıklarına neden olan bir bakteri türü) küçük çocuklarda, yaşlılarda ve bağışıklık sistemi düşkün olan kişilerde daha çok olmak üzere, üst solunum yolu enfeksiyonundan, pnömoni ve menenjite kadar değişen enfeksiyonlara yol açmaktadır. S.pneumoniae, tüm dünyada pnömoninin (halk arasındaki bilinen tabiriyle zatürre; kısaca akciğer dokusunun iltihaplanması) en yaygın etkeni olup mortalite (ölüm oranı) ve morbidite (hastalık hali) oranları yüksektir.

Penisilin bağlayan proteinlerde süreklilik gösteren mutasyonlar aracılığıyla gelişen değişim, penisilin direnci ile sonuçlanmaktadır. Mutasyon süreci sırasında düşük düzey direnç gelişebilmekte ve antimikrobiyal duyarlılık testlerinde orta derecede duyarlı bulunabilmektedir. Bu suşlarla (deneklerde) gelişen menenjit dışındaki enfeksiyonlarda, yüksek doz penisilin ile tedavi mümkün olabilmektedir.

Ancak mutasyon derecesine göre tam dirençli suşlar da gelişebilmektedir. Florokinolonlara direnç ParC ve/veya GyrA mutasyonları ile gelişmekte ek olarak eflüks mekanizması da rol oynayabilmektedir. Makrolid direnci erm ya da mef(E) genlerinin kazanılması sonucunda gelişebilmekte ve dozu yükseltmekle tedavi sağlanamamaktadır. Kimi uzmanlara göre, bu deneysel tecrübeler ile pandeminin kapısı açıldı, içeriye buyur edildi. Lakin kurda konuk (komşu) giden, köpeğini yanında götürür hesabı, verdiği zararın biri bin para.

Bill & Melinda Gates Vakfı'nın fonladığı, Türkiye’nin 50 milyon doz sipariş ettiği Çin aşısı CoronaVac’ı geliştiren Sinovac şirketi, SARS ve domuz gribi aşılarının ilk üreticilerinden ve Nasdaq’a kote bir şirket. Aşının tek dozu 29.5 dolar. Türk para birimine göre 231 lira 87 kuruş. Türkiye'ye maliyeti ise 1 milyar 475 milyon dolar ediyor. Yani 11 milyar 593 milyon 500 bin Türk lirası. Doların kuru 7.86. üzerinden hesaplandı.

Pfizer-BioNTech’in “mRNA” teknolojisiyle üretilen aşısının doz fiyatı ise 19.50 dolar. Çin aşısına göre daha ucuz. Nedense, Sağlık Bakanlığı bir an önce Çin aşısının vurulması için acele ediyor. Bu kadar acele etmeleri anlaşılacak gibi değil. Türkçede “acele eden ecele gider” diye bir söz var. Bir bakarsınız, kabine değişmiş, Çinli şirketle yapılan aşı ihalesi iptal edilmiş.

Demirel'in dediği gibi; “24 saat siyasette çok uzun bir süredir.” 15 bin Türk vatandaşının Koronavirüsten ölümüne, onbinlercesinin vücudunda hasar bırakmasına, milyonlarca esnaf ve hizmet sektöründe çalışanların işsiz kalmasına, ekonominin çökme noktasına gelmesine sebeb olan olaylar ve insanlar zincirini dilim döndüğünce, açıklamaya çalıştım. Kim hain, kim kahraman, kim Müslüman siz karar verin.? Benim adım Hıdır elimden gelen budur…