Babür Şah'ın hikâyesini hiç duydunuz mu?! 

Babür Şah veya tam adıyla Zahîreddîn Muhammed Bâbür, Babür İmparatorluğu'nun kurucusu. 

Babası, Timur’un üçüncü oğlu Miran Şah’ın torunlarından Fergana valisi Ömer Şeyh Mirza, annesi ise, Cengiz Han’ın torunlarından Yunus Han’ın kızı Kutluğ Nigar Hanım’dır.

Timur’un kurduğu imparatorluk, ölümünden sonra oğulları ve torunları arasında parçalanmıştı. Emir’in ülkesi, kısa süre içinde yangın yerine döndü. 

Timur’un torunu Babür, dedesinin ülkesinde dağılmayı önleyip, birlik ve beraberliği sağlamak için çabalayıp durdu.

Ordusu dağılmış, yanında sadece güvendiği beş kişi kalmıştı.

Bahsini ettiğim bu beş kişi Babür'e, 

-Amacın nedir? diye sorduğunda,

-Hindistan’ı fethetmek diye cevap verdi Babür Şah!

“Bunu beş kişiyle mi yapacaksın?” diyenlere ise, ne demişti biliyor musunuz?!:

-Hayır, davasına inanmış beş kişiyle!

Babür Şah, kendisine inanan beş kişi ile, daha sonra Hindistan'ı fethederek Babür Devleti'ni kurdu. 

Babür Devleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Cumhurbaşkanlığı Forsuna birer yıldızla işlenen tarihteki 16 büyük Türk Devletinden biridir.

Demem o ki...

Bugün biz Büyük Türkiye için ne yapabiliriz ki, falanca şöyleymiş, filanca gidecekmiş, yok şu olmazsa olmazmış, aaa bunu muhakkak tutmalıyız.. 

Falan.. Filan.. 

Eğer inandığınız bir dava var ise, kaç kişi olduğunuzun da, yaptığınız şeyin küçük veya büyük olmasının da hiç bir kıymet-i harbiyesi yoktur!

Samimiyetle, inanarak yapmak yeterlidir! 

Biz bilir ve inanırız ki; samimiyetle ve tüm yüreğiyle, hiç bir mazeret üretmeden inandığı hedefine yürüyen bir insan, yalnız menfaatlerinin kılavuzluğu ile ilerleyen bin kişiye bedeldir!

Siz yeter ki, tarafınızı, ilkelerinizin doğrultusunda açıkça ortaya koyun! 

Hayatınızı, imanınıza şahid gösterin! 

Lafla değil, tutum ve davranışlarla!.. Çıkar gözeterek değil, şan-şöhret için değil, alkış, takdir almak için değil, yalnız Allah'ın hoşnutluğunu, rızasını kazanabilmek maksadıyla!.. 

Atalarımızın da belirttiği gibi; "İştir kişinin ayinesi, lafa bakılmaz!" 

"Ne yapabilirim ki?" demek, sorumluluktan kaçmanın zeminini oluşturma cümlesidir. 

Allah'ın yardımı, inanarak ve niyeti halis olarak yola düşenlerin üzerine iner, bahane üretenlerin değil!

Bize düşen, sonuç odaklı, başarı odaklı çalışmak değil, yalnız Allah için çalılmaktıt! Biz, yolda olmaktan, seferden sorumluyuz, başarıdan, zaferden değil! 

Bize düşen, tüm plan ve stratejileri, Allah’ın rızası odaklı hazırlamak, ailemize, gençlerimize, şehrimize, milletimize, dünya mazlumlarına ve insanlığa hizmet odaklı çalışmaya niyet ederek yola düşmektir. 

Bize düşen, duruşumuzu, tarafımızı, açık ve net ortaya koyarak Hakk'ın tarafında saf tutmaktır. 

Bize düşen, "samimiyetle" çalışmaktır. Kalbinin en merkezine yalnız Allah'ın rızasını koyarak devlete, vatana sahip çıkmak, millete hizmet etmektir. 

Bize düşen, sabır, azim, gayret dua ve teslimiyettir. 

Sonuç, Allah'a aittir!

Yanlış ve usulsüz işlere, haksız kazançlara ve çıkar ortaklıklarına tevessül etmeden, nefsani arzuları ve hevesleri ayaklar altına alarak, kimseden dünyalık bir karşılık ve alkış beklemeden, "Adil Bir Dünya" için ter akıtanlara selam olsun!

Gayretlerini, samimiyetle ortaya koyanların yardımcısı da, vekili de, Allah Azze ve Celle'dir. 

Hiç bir kınayıcının kınamasına aldırmadan, ışıltılı menfaatlere kalbini kaydırmadan, durmadan, yorulmadan, yılmadan ve bezginlik göstermeden, inanarak yürüyeceğiz!

Tarih, yürüyüşümüzü kaydediyor!

* * *

Tüm yüreğiyle inanarak, hiç bir mazeret üretmeden, samimiyetle, Hakk'ı hakim kılma hedefine yürüyenler, 

Siz ne güzelsiniz!