“Günah ve zulüm deprem sebebi mi olurmuş” diyorlar. Biz Kur’an-ı Kerim’e iman ettik. Dileyen iman eder, dileyen inkâr. Onların inkarı onlara, bizim imanımız bize!. Orada günah ile tabii afetler arasındaki bağı açıklayan ayetlerden bir kısmını size özet olarak sunmak istiyorum.

Allah (cc)’ın gazabı bizi yakalayıp, azabı tatmadan aklımızı başımıza toplayalım.

Suriye konusu ya da aile meselesi. Bunların hepsinin cahillikle, fuhuşla, adaletle, torpille, rüşvetle, riba ile ilişkisi var. Eğer fısk ve fücura dalarsak, yer de depreşir, Allah o yardım edip ya da zulümleri karşısında sessiz kaldığımız zalimleri başımıza musallat eder.

“Ne kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helak edeceğiz, ya da şiddetli bir azapla cezalandıracağız. İşte bu, Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış bulunuyor.” (İsra, 17/58) demedi mi Allah. O bizleri, peygamberlerin başlarında olduğu kavimleri de, malları, canları, sevdikleri ile  kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan etmedi mi?

“Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler” (Araf, 7/34). Milletler de insanlar gibi. İyisi de, kötüsü de bu şekilde imtihan olacak. Ebedi olan yalnız Allah’tır. Evet, şu hüküm tekraren hatırlatılır: “Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır. Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.” (Hicr, 15/4-5).

“…Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar” (Enam 6/44 ).

“Onlardan (Mekke halkından) önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helak ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik” (Enam, 6/6).

“Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz” (Araf, 7/182). Her şeyi gören, duyan, bilen, kadere, rızga, ecele hükmeden kadir-i mutlak bir Allah var. Bu acelecilik, korkaklık ve meskenet niye!

Ya, işte böyle: “Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri halde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız (Yunus, 10/13). Lut AS’a denmedi mi, ama sonra hanımı da yolda kalanlardan oldu. “Elçiler ona, ‘korkma, üzülme, biz seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O geride kalıp helak edilenlerden olacaktır.’ Şüphesiz biz, bu memleket halkı üzerine, fasıklık ettiklerinden dolayı gökten bir azap indireceğiz (Ankebut, 29/33, 34).

“Semûd kavmi, azgınlığı sebebiyle yalanladı (…) Rableri, suçlarından dolayı onları” helak etti ve kendilerini yerle bir etti.” (Şems, 91/13-14). “Kavmi, onu yalanladı. Bunun üzerine kendilerini o malum sarsıntı yakaladı da yurtlarında  dizüstü çökekaldılar. Ad ve Semûd kavimlerini de helak ettik. Bu, onların (harap olmuş) yurtlarından size besbelli olmuştur. Şeytan onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan  alıkoymuştur. Hâlbuki onlar gözü açık kimselerdi” (Ankebut, 29/37-38).

Tarihte tek örnek yok ki! Bunlar bugün de gerçekleşiyor, gelecekte de gerçekleşecek olanlar var. “Hataları (küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar” (Nuh, 71/25). “Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar” (Enam 6/44 ). 

“Biz zulmetmekte olan nice memleket halkını kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka toplumlar meydana getirdik.” (Enbiya, 21/11).

Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste denmiştir. Zulm ile abad olunmayacağını bilmemiz gerek. Hz. Yunus “İnni küntü minezzalimiyn” demişti değil mi! Yönetenler, yönetenler, ilim sahipleri, avam da nefsine yenilen herkes zulme bulaşabilir. Hatta insanoğlu kendi nefsine de zulmedenler olur. İnsanoğlu kan dökücü, zalim, muhteris, kan dökücü, kıskançtır genel olarak. Cahildir de.

Keşke azap bizi yakalamadan şeytandan yüz çevirsek, tövbe etsek, kul hakkından kurtulsak.

Kul hakkının en fazla istismar edildiği yer siyaset ve bürokrasi alanıdır. Daha doğrusu temsili, vekâleten yürütülen bütün alanlarda durum böyledir. Bu aile içi hak ve hukuktan başlar, komşuluk, akraba ilişkileri ile genişler, vakıf, dernek, oda, sendika, siyaset bürokrasi gibi bütün alanları kapsar.

Kul hakkının en ağır olanı yetim malı sayılan kamu mülküdür. Torpil, rüşvet, iltimas gibi bütün olumsuzluklar bu hakkın kapsamına girer.

Bile bile adaletin geciktirilmesi, saptırılması, iftira, yalan şahitlik, hepsi kul hakkı ile ilgilidir.

Hani derler ya, et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa, adalet siyasetin tuzu-biberidir. Adalet kokarsa, o kokuyu temizleyecek bir şey yoktur. Hak namına haksızlık alçaklıktır. Millettin vekâletine hıyanet de öyle. Vekâlete hıyanet emanete ihanetle aynı şeydir. 

Nisa 107: “Kendilerine hâinlik edenleri savunma. Muhakkak Allah hâin günahkârları sevmez.”

Nisa 5/el-Mâide 64: Yahûdîler; “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Hay kendi elleri bağlanasılar! Hay dediklerinden dolayı mel’ûn olası adamlar! Hayır, hiç de öyle değil! Allah’ın iki eli de açıktır. Dilediği şekilde infak eder. Rabbinden sana indirilen âyetler, mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve gâvurluğunu artıracaktır. Bununla beraber, Biz onların aralarına, kıyamete kadar sürüp gidecek bir kîn ve nefret bıraktık. Her ne zaman onlar savaş çıkarmak için bir yangın tutuşturdularsa Allah onu söndürdü. Sırf fesat çıkarmak için dünyanın her tarafında koşup dururlar. Allah müfsidleri (fesat çıkaranlar) sevmez.” 

el-Hac 38: “Şüphesiz Allah inananları savunur. Çünkü Allah hâin ve nankörlerin hiçbirini sevmez.” 

el-Kasas 76-77: “Kârûn, Mûsâ’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazîneler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasîbini unutma! Allah’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” 

Lokmân 18: “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüneni sevmez.” 

eş-Şûrâ 40: “Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah‘a aittir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.”

el-Hadîd 22-23: “Yeryüzünde vukû bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.”

Selam ve dua ile.