Karşıya bakmak, bebeklerin gözleriyle yaptığı ilk eylemdir. Çocukluğumuzdan itibaren bakıp görmek üzere yapılandığımız için, önce buna alşırız. Daha sonra bu çeşitlenir konuşma, sorma, araştırıp öğrenme devreye girer. Büyüme ve olgunlaşma sürecinde pek çok şey öğreniriz ve giderek olgunlaşırız. Sorgulamak, anlamaya ve öğrenmeye çalışarak, irademizi harekete geçirip bir şeylere karar vermek, insanoğluna has bir durumdur. Tam da burada, küçük yaştan itibaren zihnimize kazınanlar başta olmak üzere, bizi düşündüren ve davrandıran zihnimzdeki bilgiler devreye girer.

Muhabbet yakınlaştır

Sevdiklerimiz, duygularımızın beslendiği kaynaklardır. Onlar doğal olarak model seçilir. Onların hali-tavrı bizi o kadar kuşatır ki, peşlerinden koşmak isteriz. İşte bu modellerimiz hayatı nasıl yaşıyorsa o bize de sirayet eder. Çocuk en başında anne baba muhabbetine ihtiyaç duyar ki bu çok acil bir ihtiyaçtır.

Ailede yaşanan diyaloglarda, “Evet bu yanlış olmuş. Ben böyle konuşurken aslında şunu hedeflemiştim fakat tam tersi isabet etmiş, cümleyi yanlış kurmuşum. Allah (c.c) beni affetsin, sende hakkını helâl et canım oğlum” sözü, bu durumda nasıl davranılacağının en açık bir örneğidir. Bu hayatın içine derin bir şekilde nüfuz eder, aynen toprağa fidan dikilir gibi. Ve her yeni örnekte fidanın kökleri derinlere doğru iner. “Güçlü rüzgârlar, kökü derinlerde olan ağaçları sallar sarsar fakat deviremez. Ağaç için bir iyilik yapmak gerekse, yapılacak şey güçlü rüzgârları engellemek ya da ağacı koruma altına almak değildir. Ağacın derinlere kök salmasına zemin hazırlamaktır.”

Yanlış yapmak, yanılmak, hata yapmak; insan olan herkesin başına gelir

İnsan çocukluğundan itibaren deneyerek öğrenir ve bu deneme esnasında defalarca düşer kalkar, olmaz tekrar dener ve olduruncaya kadar uğraşır. Bu her çocuk için kaçınılmazdır fakat aslında biz yetişkinler için de durum aynıdır. Beşer olmamız hasebiyle, beş duyu her zaman yanılma riski taşır. Duygularımız değiştikçe algışrımız, algılarımız değiştikçe de yaklaşımımız, söz ve davranışlarımız değişebilir. Yanlışı doğru gibi algılayabiliriz. Burada önemli olan, şaşırmanın ve yanılmanın insani bir durum olduğu, herkesin başına gelebileceği ve bunun bir felâket olmadığıdır. Özür dileyip, elimizden geldiğince telâfi etmeye çalışmak, insan olmanın bir gereğidir.

“İnsanı asıl savuran şey yanlış yapması değil, doğruyu aramamısıdır.”

Seçici algımız aradıklarımıza projeksiyon tutar. Kendimizin haklı olduğuna inanmak ve inandırmak niyetiyle hareket edersek, kendimize yönelip, “Acaba ben ne yapsaydım ya da ne yapmasaydım bu durum daha iyi olurdu?” diye soramayız. Böyle olunca da, kendimizi görme şansımız kalmaz.

Kendisini görmeyen ve hep kendi haklılığına inanarak buradan hareketle cümle kuranlar, sanki karşısındakileri düzeltme memuruymuş gibi hareket etmiş olurlar. Kendi yanlış yaklaşımlarına beklediği karşılığı göremeyenler ise, karşısındakileri suçlayarak, kendisini yanlış anladıklarını söylerler. Oysa karşısındakiler doğru anlamıştır, yanlış konuşan ve davranan kendisidir.

Asıl marifet, insanın kendisine yardım ederek, yanlışlarını görmesi, düzeltmek için çaba sarf etmesidir. İnsan ilişiklerinin yolunda gitmesi ve insanlığın ilerlemesi çoğunlukla buna bağlıdır.