Bu sorunun cevabı kesinlikle iki kelime değil, belki 200 sayfadır. Sizi fazla yormamak için iki sayfada özetlemeye çalışacağım. Bu konunun yanı sıra haritacılık ve coğrafyanın İslam dünyasındaki gelişim serüvenini de kısaca aktarmak istiyorum.

BİLİMLER TARİHİ NE DİYOR?

Dünya bilimler tarihine baktığınız zaman coğrafya, astronomi, matematik ve geometrinin birlikte geliştiğini görüyoruz. Çünkü astronomik gözlemler yapmadan ve bunları matematik ve geometrinin yardımıyla gerçek hesaplamaya dönüştürmeden coğrafyanın ve haritacılığın gelişmesi imkansızdı. Denizcilik ve gemi yapımının ilerlemesi, devletlerin ve hükümdarların yeni topraklar ve zengin kaynaklar elde etmek istemesi, coğrafi keşifleri hızlandırmış ve haritacılığı geçerli bir meslek haline getirmişti.

İslam bilim tarihi, Müslümanların eski medeniyetlerin mirasını hiçbir taassuba yer vermeden aldığını, önemli ilmi eserlerin önce tercümelerini yaptığını, sonra inceleyerek özümsediğini, en son olarak da eksik ve hatalarını bularak düzeltme yoluna gittiklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Daha 9. Yüzyılda Abbasi Halifesi Me’mun (786 - 833) döneminde Bağdat’ta kurulan hem tercüme evi, hem kütüphane, hem araştırma merkezi, hem de bir akademi olan Beytül Hikme, bir üniversite kampüsü gibiydi. Burada yetişen yüzlerce bilim adamından sadece İbni Musa el-Harizmi (? - 864) ve “Muhtasar fi hisabil cebr vel-mukabele” adlı eserinden söz etmek yeterlidir. Matematik, astronomi ve coğrafya dallarında tanınmış olan Harizmi, cebir, geometri, sayılar ve denklemler konusundaki fikirleriyle, ayrıca sıfır rakamını kullanmasıyla, kendinden sonra gelenlere çok sağlam temel bilgiler bıraktı.

11. Yüzyılda yaşayan Türk İslam dünyasının en meşhur bilim adamlarından Biruni (973 - 1061), astronomi, matematik, coğrafya, fizik, tıp ve tarih alanlarında eserler vermiştir. “El-Kanunül Mes’udi” eseri astronomi, coğrafya, meteoroloji gibi konularda bilgi veren bir ansiklopedidir. “Tahdidü nihayatül emakin” adlı eseri ise, ilk defa jeodezi bilimini tanımlamış, enlem boylam hesaplamaları, şehirler arası mesafeleri bulma, çeşitli yerlerde kıble tayini gibi coğrafi ve astronomik konularda geniş bilgi vermektedir.

DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI

Coğrafyanın gelişimi ve keşiflerin başlamasının iki temel dayanağı vardır. Birisi dünyanın yuvarlak oluşu fikrinin kabulü, diğeri ise pusulanın icadıdır. Elbette gemi yapımının ve denizciliğin gelişmiş olması, uzak mesafeler gidebilmek ve özellikle okyanuslara açılabilmek için çok gerekli bir şarttı.

İslam bilginlerinden dünyanın yuvarlak olduğu fikrini ilk defa ortaya atan İmamı Azam’dır. (el-Muvaffak, Menakıb Ebu Hanife, c. I, s. 161) Daha sonra Mes’udi, Biruni, Gazzali, Endülüs’te İbni Hazm, İbni Rüşd, Zerkali, Bitruci ve İbni Tufeyl gibi alimler eserlerinde dünyanın yuvarlak olduğunu ifade etmişlerdir. Ebül Fida (1273-1331) "Takvimül- buldan" adlı eserinde şöyle bir örnekle konuyu açıklamaktadır.

“İki kişi bir noktadan doğuya ve batıya doğru gitse bir üçüncü kimse de başlangıç noktasında kalsa, belli bir zaman sonra bu iki yolcu çıkış noktasında tekrar buluşurlar. Her ikisi de aynı zamanda döndükleri halde, dünya turu yapmak üzere doğuya giden kimse geçen zamanı bir gün fazla, batıya giden ise, bir gün eksik hesap edecektir. Zira batıya giden kimse güneşle aynı istikamette yürümektedir. Bu bakımdan onun günü doğuya gidene nisbetle daima uzundur. Sonuçta dünya turu tamamlandığında bu fark tam bir gün eder.”

Jules Verne ise, 19. Yüzyıl’da yazmış olduğu “80 günde devrialem” kitabında benzer ifadeleri kullanmıştır. Prof. Philip K. Hitti, “Endülüs’teki coğrafyacılar dünyanın yuvarlak olduğu fikrini savunmasalar, Avrupa’da okyanus ötesi keşifler asla başlamazdı. Dolayısıyla Amerika da keşfedilemezdi” demektedir.

Pusulayı ise, Çinlilerden görerek öğrenen Müslüman denizciler, tahminen 1150 yılında İtalyan denizcilerine tanıtmışlardır.

AMERİKA’NIN YENİDEN KEŞFİ

1492 yılında Amerika Kristof Kolomb tarafından yeniden keşfedildi. Çünkü Kolomb’dan önce değişik yerlerden Yeni Dünya’ya defalarca gidilmişti. Zaten Kolomb hiçbir zaman Amerika’ya gittiğini bilemedi. O sürekli batıya doğru giderek sonunda doğudaki Hint adalarına ulaşacağını düşünüyordu. İlk yolculuğunda vardığı Bahama adalarının Hindistan olduğuna karar verdi ve ölünceye kadar da buranın yeni bir kıta olduğunu anlayamadı.

İspanya'nın Sevilla şehrinde gördüğümüz India Archive binasını merakla rehberimize sorduğumuzda, binada Kolomb’un Amerika seyahati ile ilgili belgelerin yer aldığını ve hâlâ Hint Arşivi adıyla bu müzede korunduğunu söylemişti.

Bu yazıda kuru bir iddiadan öte, belge ve bilgilerin aydınlattığı iki önemli nokta üzerinde duracağım:

Birincisi: 1492 yılından önce kesinlikle, Karanlıklar veya Sis Denizi denilen Atlantik Okyanusu’nun aşıldığı,

İkincisi: Kolomb’un deniz aşırı seyahatine çıkmadan önce edindiği bilgilerin ve haritaların Müslüman denizcilerden alındığı, bilgisi.

Şimdi bu bilgilerin kaynaklarından kısaca bahsedelim:

* Ebül Hasan el-Mes’udi (910 - 956), 943 yılında bir dünya haritası çizmiş ve Endülüs’ten Kurtubalı Said bin Esved’in (Haşhaş) 889 yılında Karanlıklar Denizine açıldığını ve sonra geri döndüğünü “Mürucüz-Zeheb” adlı eserinde anlatmıştır:

“Sis okyanusunda (Atlantik), Ahbarüz-Zaman isimli eserimizde (eser kayıptır) bütün tafsilatıyla bahsettiğimiz gibi birçok garip şeyler vardır. Orada gördüğümüz maceracılar, Okyanusta hayatlarını tehlikeye atarak uzaklara açılmışlardır. Bunlardan bazıları sağ salim geri dönmüşler, diğerleri ise bu teşebbüslerinde hayatlarını kaybetmişlerdir. Bunun üzerine Kurtuba halkından Haşhaş adında bir kimse, kendi muhitindeki arkadaşlardan bir gençler grubu teşkil ederek bu okyanusta bir seyahate çıkmış ve uzun bir zaman sonra ganimetlerle geri dönmüştü. Bütün İspanyollar bu hadiseyi bilirler.”

* 12. Yüzyıl İslam Coğrafyacılarından Kurtuba’da öğrenim gören Şerif el-İdrisi (1100 – 1165) Nüzhetül-Müştak adlı eserinde, Lizbon’dan sekiz kişinin Atlantik Okyanusunu aştığını ve orada insanların yaşadığı adalar bulunduğunu yazmıştır. Müslüman denizcilerin Okyanusta bulunan Antilla adalarına kadar gittiklerini söyleyen İdrisi, bu adaların yerini, kendi çizdiği dünya haritasında göstermiştir.

* Memlüklü tarihçisi Kalkaşendi (1355 - 1418) “Subhül aşa fi sınaatil inşa” adlı eserinde Atlantik Okyanusundan batıya doğru yola çıkan ve geri dönemeyen Müslüman denizcilerden bahsetmektedir.

* Portekiz’in Lizbon şehrinde Mugarrarin adı verilen bir cadde vardır. Buradan yola çıkan maceracılar Sis denizinin ötesinde neler olduğunu merak etmişler, ama çoğu geri dönememişlerdir. 15. Yüzyılda Atlantik ötesine seyahat etmek denizciler için bir merak ve keşif konusuydu.

* Kolomb’dan sonra yapılmış olmasına rağmen Piri Reis’in (1475 - 1554) çizmiş olduğu dünya haritası ve yazmış olduğu "Kitabı Bahriye" adlı eseri, denizcilik tarihi açısından çok önemlidir. 1513 yılında çizilmiş olan harita, İspanyol, Portekiz ve Arap denizcilerle ve Kolomb’un haritasından faydalanılarak hazırlanmıştır.

Piri Reis, amcası olan Kemal Reis’in yanında yıllarca denizcilik yapmış, onun tecrübelerinden faydalanmıştır. Özellikle Kemal Reis’in arkadaşı olan Rodrigo adlı Türk denizcisinin verdiği bilgileri haritasında kullanmıştır.

KOLOMB’UN SEYAHATİ

Endülüs’te sekiz asır süren İslam hakimiyeti, küçülerek ve zayıflayarak Gırnata bölgesine sıkışmıştı. Reconquista (yeniden fetih) ideali doğrultusunda Müslümanları İber Yarımadasından tamamen atmak isteyen Katolikler, 1492 yılında bu hedeflerine ulaşmışlardı. Beni Ahmer Devletinin son sultanı Ebu Abdullah (Batılıların ifadesiyle Boabdil) 2 Ocak günü Elhamra Sarayı’nın anahtarlarını ezeli düşmanlarına bırakarak Gırnata’dan ayrıldı.

Portekiz Kralından red cevabı alan Kolomb, Katolik Kralların yani Ferdinand ile Kraliçe İzabella’nın kapısını aşındırmış, hem ticari, hem sömürgeci, hem de dini duygularını istismar ederek, onları çıkmak istediği yolculuğun finansmanı için ikna etmişti. 1492'de Elhamra sarayının ihtişamlı salonlarında kendilerini kaybeden kral ve kraliçe, Kolomb’un istediği gemileri ve mürettebatı vermişti.

Cenovalı Kolomb, Santa Maria, Pinta ve Nina isimli üç gemi ve 120 mürettebatla Palos limanından 23 Mayıs 1492 tarihinde Sisler Okyanusuna açılmıştı. İşin en ilginç tarafı bu mürettebatın içinde üç Müslüman denizcinin bulunmasıydı. Rodrigo takma adlı Türk denizcisi, Kemal Reis’in arkadaşıydı. Paris Bibliotek National’deki Kolomb’un notlarında Rodrigo için şu satırlar bulunmaktadır:

“Rodrigo, diğer tayfalara hiç benzemiyordu. Osmanlı donanmasında bulunmuş tecrübeli bir denizciydi. Kendini gizleyen bir Müslümandı. Seyahatimizin 68. gününde karayı ilk gören oydu. Ama ben ödülü bir Müslümana vermek istemiyordum.”

Yine Kolomb notlarında, vardıkları adalarda birbirleriyle savaşan siyah ve kırmızı derili (zenci ve kızılderili) insanlar gördüğünü yazmaktadır. Bu zencilerin Kolomb’dan çok önce Afrika’dan Amerika’ya giden yerliler olması muhtemeldir. Yine Kolomb bu sahillerde havlamayan köpekler gördüğünü söylemiştir. Kolomb’un bahsettiği bu havlamayan köpekler, Batı Afrika kökenlidir.

SONUÇ

Avrupalılar, doğunun zengin kaynaklarını sömürmek, insanlarını köleleştirmek ve kendi dini inançlarını yaymak maksadıyla başlattıkları deniz aşırı yolculuklara bilimsel bir görüntü vererek coğrafi keşifler adını takmışlardır. Aslında bu keşifler tamamen siyasi, ekonomik ve dini gerekçelerle başlamış, uzun vadede büyük sömürge imparatorluklarının kurulmasına sebep olmuştur.

Avrupa'nın Kudüs başta olmak üzere kutsal beldeleri siyasi çıkarlarına alet ederek başlattığı Haçlı Seferlerine, Müslümanların verdiği en güzel karşılık İstanbul'un fethidir. Bizans'ı ortadan kaldırarak çağ kapatıp, çağ açan Fatih Sultan Mehmed'in ikinci hedefi ise Katoliklerin merkezi Vatikan'dı. Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto'yu alarak güney İtalya'ya ayak basması bunun ilk adımıydı. Eğer Fatih, hiç beklenmedik bir zamanda 49 yaşında ölmeseydi, büyük ihtimalle Osmanlı ordularının hedefi Roma olacaktı.

İstanbul'un fethi ve Otranto Zaferi, Avrupa'da ve bütün Hıristiyan dünyasında panik havasına yol açtı. Bu derin korkunun Müslümanlar açısından olumsuz yanları olmuştu. Endülüs'te son yıllarını yaşayan Beni ahmer Devleti üzerine bütün güçleriyle yüklenen İspanya Katolik Kralları, Osmanlılara karşı İtalya'ya donanma göndererek yardım etmişlerdi.

Avrupa, doğunun ve Akdeniz'in hakimiyetini ele geçiren Osmanlı'nın kontrolü dışında, uzun da olsa bir deniz yolu bularak, Hindistan'a ve Çin'e ulaşmak istiyordu. Bu maksatla Güney Afrika'yı dolaşarak Ümit Burnu'ndan Hindistan'a gitmek istemişlerdir. Kolomb'un Amerika'yı bilmeden keşfetmesi de, aslında Hindistan'a ulaşmak için çok daha uzun bir yolun araştırılmasıdır.

Sonunda hem Amerika, hem Afrika, hem de Asya bu zalim, sömürgeci ve insafsız Avrupalıların egemenliği altında yüzyıllarca kan ve gözyaşı içinde boğulmuştur. Maddi kaynaklarını kuruttukları gibi, halkına fakirlik, kölelik ve ölümden başka hiçbir şey vermeyen bu zalimler, bir de insanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmış, maneviyatlarını bile etkilemişlerdir.

Bu zulüm ve vahşeti, teknoloji, bilim ve coğrafi keşifler gibi süslü isimlerle gizleyerek, her zaman olduğu gibi kendilerini modern ve uygar, diğerlerini vahşi ve bedevi göstermeyi başarmışlardır.