‘’Medine’de sabah namazı kılınmış, Efendimiz cemaate dönerek; ‘’Elâ uhbirikum bi-hıyârikum’’-Size en hayırlılarınınızın kim olduğunu haber vereyim mi?’’ diye sormuşlar ve Ashab-ı Kiram nefeslerini tutmuştu. Efendimiz (sav) daha önceden de bu tür sorular sorarak cevaplarını vermiş ve mü’minlerin karakterlerinin inşasında, bir müslümanın ahlakının olmazsa olmazlarının temel özelliklerini misallendirerek;

‘’Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.’’

‘’Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır.’’

‘’Mü'minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır.’’

‘’Sizin en hayırlınız insanlara faydası olandır.” gibi bir çok prensipleri dile getirmişti. Yine o anlardan bir an gelip çatmıştı.  Ashab-ı Güzin, yine iştiyak ve merakla Efendimizin gül saçan dudaklarından dökülecek kelimeleri, Ebu Said El Hudri’nin de aktardığı şekliyle, adeta; ‘’sanki başlarına kuş konmuş, olur ya hafif bir hareketle o kuş ürker ve uçar endişesiyle’’ pür dikkat, Sahib’ul Mi’rac, aleyhisselatu vesselama kulak kesilmişlerdi. Daim dikkatlerin üzerinde olduğu Efendimiz sözlerine şöyle devam etti:

"Ümmetimin en hayırlıları, görüldüklerinde ALLAH hatırlanan kimselerdir!’’

Bunları anlattıktan sonra biraz duraksadı Gürbüz Baba.

‘’Sizi görenlerin aklına ‘’ALLAH’’ gelecek!’’ diye ses tonunu yükseltti! Sonra kendi kendine konuşur gibi;

‘’Muhammed Mustafa, Allah’ı hatırlatan adamlar olun diyor!’’ dedi. Yine biraz duraksadı ve tekrar etti:

‘’Allah’ı hatırlatan adam!’’ Soruyordunuz bana, ‘’Gürbüz Baba neden bu haldeyiz?’’ diye. Cevabı işte tam da budur! Görüldüğünde Allah’ı hatırlatanlar nerededir? Ahlakı, edebi, şahsiyetiyle… Erdemi, şecaati, hakkaniyetiyle… Merhameti, cömertliği, sadeliğiyle nerededir Allah adamı Ehlûllah Çelebiler? Tekke şeyhlerinde aranır olmuş Allah’ı hatırlatanlar! Şu Eyüp’ün sokakları dün görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan adamlarla doluydu! Şimdi İdris-i Bitlis’i tepesinde ki kabristanda yatıyorlar! Şu halimize bir bakın! Neydik ne hale geldik! Vahye ve Sünnet’e tabi olduklarında çağ açıp çağ kapatanların, Hatem’ul Enbiya’nın övgüsüne mazhar olanların torunlarıyız sözde! Neden yedi kıtada izzetimizi kaybettik? İlk kıblen neden işgal altında ey derviş? Bilad-uş Şam neden kan gölü? İtibarımız neden ayaklar altında anlıyor musun? Bize ne oldu? Erlerimiz, Gâziyan’dı ne oldu? Kadınlarımız, Bâcıyandı ne oldu? Nerede fütüvvet? Nerede ehli fûtuhat? Nerede insan olmak? Neredesin ey insanlığın vicdanı, ahlakın abidesi millet? -Nerede kardeşlerin cömert Nil, yeşil Tuna! Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna…’’

Devlet-i Âli’nin, Erbab-ı Esrar’larından (*)Gürbüz Baba’nın hissiyatı zirve yapmıştı. Çok nadir anlardan biriydi onu dinleyen yedi derviş için. Hele Yahya hayretle izliyordu O’nu! Ekseriyetle sakin-dingin bir uslüpla konuşur, daim az söyler, öz söylerdi. Hikmetle, irfanla, atıf içi atıfla kelâm ederdi. İstiğrak halinde olur, derin bir tefahhusa girer, manevi şevkle, aklın idrak mülahazalarında dolaşırdı ama bugün, bugün başkaydı; Kızıl Mescid’in arkasındaki avluda, güneşin batan kızıllığı, kızıl sakallarına vururken. Sözleri keskin bıçağa dönecekti belliydi! Muhibbânın pürdikkat kesildiğini gören Gürbüz Baba, gürzü eline almıştı bir kere! Can kulağıyla dinliyordu Yedi Derviş, Ashab-ı Kehf’in yedisinden mülhem; Yemliha, Mekselina, Mesina, Mernuş, Debernuş, Sezanuş, Kafetatayyuş olmuşçasına! Derin uykulara düşmüş bütün bir milleti ve hatta ümmeti uyandırmak istercesine sarsıyordu kendisini dinleyenleri! Yedi uyurlara nazireyle adeta; ‘’Yemliha sen bunu hocalara anlat! Mekselina sen bunu vakıf adamlarına anlat! Mesina sen bunu siyasetçilere, Mernuş sen bürokratlara anlat, Debernuş sen bunu esnafa-tüccarlara anlat, Sezanuş sen bunu medya ahalisine anlat,  Kafetatayyuş sen bunu halka anlat!’’ dercesine konuşuyor ve ben avluda yere uzanmış yatan kıtmirin hemen yanı başındaki plastik sandalyeye oturmuş izliyordum olup bitenleri… Anlatmaya devam etti Gürbüz Baba:

‘’Ey dervişan! Gaflet uykusundan uyanın! Ve unutmayın ki vebaliniz, ecriniz gibi büyüktür. Sırtınızda taşıdığınız cübbe değil, itibar-ı İslam’dır! İzzet-i nefsinizden kıymetli olan İzzet-i Din’dir. Her makam sahibinin, toplumun önünde gidenlerin, sözü dinlenenlerin,  Allah’a çağırıpta; ‘’ben de bu davanın bir eriyim’’ diyen herkesin sorumlu olduğu mevzide üzerinde bir vebal cübbesi vardır! O mevzi, burçlarında İslam sancağının dalgalandığı ve tarumar edilmiş hisarımızın hem dışında ve hem de içerisindedir. Ve her bir dava eri, bu hisarın yeniden inşaası için Rızaenlillah görevlidir! İçinde bulunduğunuz hak davanın ağırlığını bilin ve buna göre yaşayın! Sadece sözleriniz değil, suskunluğunuz bile hikmetli olsun. En yakınınız bile söz konusu olsa, adil şahitlerden olmayı sakın terketmeyin. Ağzınıza aldığınız lokma kadar, ağzınızdan çıkan sözlerinde helal olmasına dikkat edin. Helal söz, yaşadığınız sözlerinizdir. Hayatınızda karşılık bulmayan her kelâma, ‘’haram’’ nazarıyla bakın. ‘’Laf ile verirler aleme binlerce nizamat, bin seyyie bulunur hanelerinde’’ denilenlerden olmayın. İmtihan olunuyoruz! İmtihan olunacaksınız! Ey derviş! Hep hatırında tut ki; ‘’Metâ’un Qaliylun-Az bir çıkar-dünyalık’’ oltasının kancası pek sivridir! Seni paçandan nasıl yakaladığını anlamazsın bile! Kancayı hissetmessin! Helal daire çok geniştir amma, helale talip olduğunda bile dikkat edesin! Bil ki; metâ; geçicidir, daim değildir! Değişkendir, sabit değildir! Ve dahi kâmil değildir ve dahi sadık değildir! Kapılıp, aldanmayasın! Kaç adamız? Görüldüğünde Allah’ı hatırlatan kaç adamız? Efendimiz: ‘’Benim gibi olun! Nasıl ki siz, beni gördüğünüzde Allah’ı hatırlıyorsunuz, sizi de gördüklerinde Allah’ı hatırlatanlardan olun! Allah’ı hatırlatın! Siz, benim Ümmetimsiniz! Ümmetim gibi olun!’’ diyor. Bunu bizden O, istiyor! ‘’Eşhedü enne Muhammeden Resulullah – Şehadet ederim ki Muhammed as, Allah’ın resulüdür-’’ deyip iman etmediniz mi? Ne demişti ahlakı Kur’an olan Nebi; ‘’Benim yanımdaki hâlinizi ayrıldıktan sonra da sürdürseydiniz melekler evinizdeyken —ya da yolda— sizinle musâfaha ederlerdi!’’ Bu söz öylesine bir söz değildir. Allah’ı, işlerinde hatırlamayan adam nasıl Allah’ı hatırlatsın! Biz, daha ‘’şu kabirlerde yatan dedelerimiz gibi olamazken nasıl olurda Ashab gibi, Peygamberimiz gibi Allah’ı hatırlatabilenlerden olabiliriz?’’ diye bende kendi kendime soruyorum! Bu sorunun cevabını kâmilen bende bilmiyorum. Bilseydim, bende; görüldüğünde Allah’ı hatırlatanlardan olurdum. Öyle olamıyorsam da insanlar beni gördüğünde en azından İslam’a ve değerlerine karşı saygısını yitirmesinler diye uğraşıyorum. Benim sebep olduğum şey yüzünden insanlar Din-i Mübin’i İslam’a soğurlar ve bu ağır bir vebaldir diye korkuyorum! Ticaretinde dürüst ol! Komşuluğunda hayırlı ol! Eşliğinde fedakar ol! Evlatsan yüzakı ol! Dervişsen ihlaslı, hocaysan! Evet Hocaysan…’’

Tam bu noktada es verdi Gürbüz Baba ve devam etti konuşmasına: ‘’Hocayada nasihat edecek olduysak zaten vay halimize!  Nedir bu rızık kaygısından dünyevileşme, meta olan ne varsa tapınma! Mala, makama, nisâ’ya meyil? Muhtaç olduğun rızkın en kıymetlisi anne sütüydü ve en aciz zamanında ağzın ve dilin dahi söyleyemez; elin, kolun dahi tutmaz iken sana lütfedilmedi mi? Ne demişti şair Nabi: ‘’Olsa halkın rızkı hâsıl verzîş-i tedbîrden, Kûdekân-ı bî-zebân mahrûm olurdu şîrden–Eğer insanların rızkı yalnızca çalışıp çabalama yoluyla verilmiş olsaydı, kundaktaki dilsiz çocuklar sütten mahrum kalırdı…’’ Ey dervişan! Ölüm var ölüm! Hesap günü var hesap! Kendi günahlarının yükünü çekemezken bir de o ağır vebali mi sırtlayacaksın…’’

Konuşmasına devam ediyordu Gürbüz Baba. Zülfiyare dokunuyordu! Öyle bir konuşuyordu ki karşısında yedi derviş değilde sanki;  hocalar, siyasetçiler, cümle bürokratlar, esnaflar, tüccarlar, gazeteciler, televizyoncular, yazarlar, vakıf yöneticileri ve tüm bir millet vardı! Akşam Ezanı okunmaya başlamıştı az sonra… Yüzlerinde maskeler olduğu halde cemaat camiye giriyor ve ben onlara bakarak göremediğim yüzlerinden Allah’ı hatırlamaya çalışıyordum. Onlarda bana gözlerinde bir garip-hayret emaresiyle bakıyordu! Allah’ı mı hatırlatmıştım yoksa onlara? Yok canım! Nerede? Büyük ihtimal maske takmadığım için bana öyle bakıyorlardı! Müezzin; ‘’Eşhedü enne Muhammeden Resulullah…’’ diyordu şimdi. Kendi kendime söz vermiştim! Gürbüz Baba haklıydı! Görüldüğünde Allah’ı hatırlatan biri olamasamda, davama halel getirmemeliydim! Hiç olmassa görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan adamların hatırına! Çektikleri çileler hatırına! Darağaçları, hücreler, yokluklar, fakirlik ve işkenceler altında bize bu davayı emanet etmeleri hatırına! Ekmek ve tuz hakkına! Alın terleri ve akıttıkları şehid kanları hatırına! Edindiğimiz ne varsa zaten onların hatırına! Selam olsun onlara… Ve hatırlarını baş tacı yapanlara! Ve yapacak olanlara…

“Neyseki yarın var. Umutların en sevdiği gün”

Bülent Deniz – Habervakti.com Genel Koord.

(*) Merak edenler için. Gürbüz Baba kimdir?

@bulentdenizim

İnsta: @bulentsea

http://www.bulentdeniz.com