Akif Emre’nin sekizinci kitabı Portreler, yakın zamanda Büyüyenay Yayınları’nca okurlara sunuldu.

Mustafa Kirenci, takdim yazısında, genel geçer portre tanımından hareketle, Akif Emre’nin kelimelerle yaptığı portrelerin farkını şöyle vermiş:

“Güzel sanatlarda yüzün ve yüz ifadesinin sanatçının kullandığı malzemeye dayanarak betimlenmesi ya da yorumlanmasıyla gerçekleşiyorsa Akif Emre de insan yüzünün gerisindeki zihniyetleri, düşünme biçimlerini, tutum ve davranışları, toplumsal rolleri, kişi ve toplum bazında olayların ve kişilerin –aydın, sanatçı, siyasetçi, simitçi, saat ustası... mülteci, muhacir, göçmen...– zihin dünyalarındaki silik ya da derin izlerini araştırıyor, sorguluyor ama en doğru ifadeyle analiz ediyor. Onlardan aldığı izlenimleri, şahitlikleri; yaptıkları çağrışımlar ve metaforar eşliğinde bir tablo gibi görünür hale getiriyor. Bu esere daha genel anlamda kişiler, olaylar ve olgular üzerinden hepsi birbiriyle rabıta halinde bir kültür, toplum ve siyasi tarih çalışması da diyebiliriz.”

Nitekim, Mimar Sinan, İkinci Abdülhamid, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nuretin Topçu, Cemil Meriç, Turgut Cansever, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Ayşe Şasa’yla ilgili toplam elli bir yazılık ferdi portreleri, yetmiş bir yazıdan oluşan “İzleminler, Çağrışımlar, Metaforlar Eşliğinde Diğer Portreler” başlığı izliyor.

Kitap, Hayattan Portreler; Göçmen, Sürgün, Muhacir, Sığınmacı, Mülteci Olmak; Kitaplar-Dergiler başlıkları altındaki altmış beş yazıyla tümlenirken, yine Kirenci’nin kelimeleriyle şu gerçekliğe bağlanıyor:

“Akif Emre’nin Portreler’inde iki dünya saklı. Biri inandığı değerler, ait olduğu kültür ve medeniyet birikimiyle Akif Emre’nin kendi dünyası; ikincisi de kimiyle yolları kesişmiş, kimiyle aynı cemiyetin havasını teneffüs etmiş, kimini okumuş, kimine de bir süreç içerisinde şahit olmuş aydın, alim, siyasetçi, Uygur anası, simitçi... mülteci, muhacir, göçmen... dünyaları.”

Bu yanıyla, Akif Emre “kendi dünyasında”, sevdiği insanlardan sevinç ve sitayişle söz ederken, dünya görüşleri ve eylem tarzları itibariyle yakınlık duymadığı insanları da asla şahsiyyat yapmadan, haklarını gasp etmeden eleştirmiş, dolayısıyla “kendi dünyası”nı, sevmeleriyle ve sevmedikleriyle birlikte, “Kişi sevdiği ile beraberdir / Kişi sevmediğinden azadedir” hükmü üzerine bina etmiş.

Örneğin, Turgut Cansever için, “Konfiçyüs’ten başlıyor, İbn Arabi ile devam ediyor, Heidegger’le sürdürüyor konuşmasını... İlk andan itibaren vardığım kanaat şu oldu: karşımda bir bilge kişilik var. Tanımaya başladıkça gerçekten bir mimar olmanın ötesinde düşünür yanı olan, ilgi ve olaylara getirdiği açılımla bilgece bakabilen bir kişilik vardı.” derken, Şaron’un yanındaki Ecevit’in portresini ise şöyle çizmiş: “Şair’in, beden olarak iyice çökmüş bir görüntünün çağrıştırdığı imajı desteklercesine titrek bir ses, mahçup ve ürkek bir eda ile dile getirilen kararsızlık ifadeleri. Peşinen, yanında oturan politikacının, bölgede gittikçe yalnızlığa itilen, Belçika’da (aslında Avrupa Birliği’nin tavrı olarak okumak gerekir) savaş suçlusu olarak yargılanan, Avrupa’nın başkentlerine çıktığı ziyarette aradığını bulamamış bir politikacı karşısında sahip olduğu tarihî, kültürel, jeo-stratejik üstünlüğünden birhaber, eziklik görüntüsü veriyor.”

Bunlarla ortaya çıkan asıl şey ise, Akif Emre’nin, bu dostluk / yakınlık ya da bu düşmanlık / uzaklık esasında çok daha temel / insani ve imani bir seçimde karar kılmış olmasıdır. Protreler’in girişinde yer alan söyleşisindeki bir soruya verdiği şu cevap bunu yeterince göstermektedir:

“Benim esas meselem, Avrupa’yı herkes anladı, tamam, Avrupa’yı Müslüman gözüyle de anlatmamız lazım. Yeri geldiğinde. Öyle bir kompleks yok. Ama esas bir derdimiz var, bir sancımız var. Çağla bir hesaplaşmamız var. Bunun sahası da bizim coğrafyamız. Bizim coğrafyamız dediğimiz şey de tahayyülümüzün, dünya görüşümüzün, ulus-devlet sınırlarıyla sınırlandığı, dar alanda bakmaya alıştığımız bir dünyada bunu aşmaya çalışıyoruz. Yani başka bir ufuk açmaya çalışıyoruz. Bir Müslüman duyarlılığıyla, yeryüzünde yaşayan insan olarak veya yeryüzünde yaşayan bir Müslümanın sorumluluğuyla dünyaya bakmak. Sadece Müslümanlara değil dünyaya bakmak. Derdim o. Bunun için de, evet, gezmekten ayrıca haz duyuyorum. Ama sadece kendimde başlayan ve biten bir şey değil. Misyonunu da beraberinde getiren bir duruş, bir anlayış.”

Portreler, söz konusu bilinci ve misyonu, Akif Emre’nin fikri mimarisinden keşfetmek isteyen nazarlara açık bulunuyor.