Şahısları hedef almadan, kimseyi incitmeden ama gerçeklerin de bilinmesi için, dikkatli bir yaklaşımla uzmanlık alanımıza giren konulara odaklanarak, elimizden geldiği kadar insaflı ve doğru yorum yapma gayretindeyiz. Türkiye’de uygulanmakta sosyal politikalara yönelik eleştirel ama yapıcı bakışımız da bu çerçevede görülmesini istirham ediyorum. İşte yerli olduğunu düşündüğümüz sosyal politikalarımızın niçin başarılı olamadığının temel sebepleri:

Bakan Hanımların Sık Sık Değiştirilmesi

Her nedense aile politikaları denilince siyasî ve idarî yönden bu görevi üstlenecek sorumlu kişiler olarak akla hemen kadınlar veya anneler gelmektedir. Onun için şimdiye kadar aileden sorumlu bakanlar hep kadın/anne olmuştur. Fatma Şahin ile başlayan süreçte, Ayşenur İslam, Ayşen Gürcan, Sema Ramazanoğlu, Fatma Betül Sayan Kaya ve Zehra Zümrüt Selçuk. Şimdiye kadar 6 bayan bakan değiştirildi. Böylece her bir bakana ortalama olarak 1 ile 2 yıllık bir görev nasip olmuştur.

Sosyal politikalar, kişi veya parti odaklı olmaktan çok stratejik temeller üzerine yürütülmesi gereken bir alan olduğu halde her bir bakan, bir önceki bakanın programlarından ziyade kendi programlarını geliştirme gayretinde olduğu için, istikrarlı ve hedef odaklı bir sosyal siyaset açılımı sergilenememiştir. Örneğin Devlet Bakanı Güldal Akşit döneminden beri Engelliler Kanunundan sonra bakım güvence modeli ekseninde bakıma muhtaç kronik hasta, engelli ve yaşlı insanlarımızı için hayata geçirilmesi düşünülen Sosyal Bakım Sigortası projesinden şimdiki bakanın acaba haberi var mıdır?

Yoktur, çünkü o dönemde bizler bir taraftan sosyal model ekseninde geliştirilmesi için, danışmanlık dönemimizde hazırladığımız Engelliler Kanunu’nun kabulünden (2005) sonra sosyal sigortalar sistemine müstakil bir BAKIM SİGORTASI’nın ihdası için çalışmalarda bulunmuştuk. Ama ne var ki Bakan değişikliği demek, genelde danışman kadrosunun da tasfiyesi anlamına geldiği için, çalışmalarımız da askıya alındı. Bugün ise sadece yoksul olma şartıyla bakıma muhtaç engelli, hasta ve yaşlılara bakım ödeneği verilmekte ve evde bakım hizmetleri de profesyonel bir sisteme henüz kavuşturulmamıştır. Sosyal ve Manevî Bakım konseptleri ise âdeta unutulmuş durumdadır.

Bakanlarımızın ve Bakanlık Personelinin Sosyal Siyaset Kökenli Olmaması

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile birleştirilmesi sürecinde yeni adıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Ak-Parti hükümeti tarafından 2011 yılında kurulmuş yeni ve önemli bir Bakanlıktır. Daha önceden bu Bakanlığın uhdesinde olan görevleri aile, engelli ve yaşlılardan sorumlu bir devlet bakanı tarafından üstlenmekteydi. Kurulduğundan beri bu Bakanlığın başına getirilen Bakanların hepsi bayan ve sosyal politika kökenli değildi. Ayrıca Bakan Yardımcıları, müsteşarlar ve Aile ve Sosyal Politikalara İl Müdürlüklerine varıncaya kadar personelin ekseriyeti bürokrasiden geldikleri için, sosyal politika alanıyla ilgi ne teorik, ne de pratik tecrübeye sahiptir.

İstanbul Sözleşmesi’nin Kabulü, Yerli Aile Politikalarımızın Olmadığının Bir Göstergesi Olması

Türkiye’de aile ile ilgili olarak ortaya atılan sosyal projelerin önemli bir bölümü, AB tarafından önerilmiş ve desteklenen çalışmalardır. İşte İstanbul Sözleşmesi de böyle dikkatsizliğin ve ihmalin acı bir sonucudur. Aile içi şiddeti önleme gibi bir üst başlık ile takdim edilen ve kabul ettirilen bu gibi sözleşmeler, iç hukukumuzun da bir parçası olunca, daha önce göremediğimiz başka sinsî gerçekler de ortaya çıkmaktadır. Aile fertlerine çağdaş/modern anlamda bazı cinsel özgürlüklerin de verildiğini, yaşanan bazı aile sorunlarından ancak anlayabiliyoruz. Mesela bir baba, evine yabancı bir erkek alıp onunla cinsel ilişkiye giren kızına bir tokat attı diye baba ceza yerken, kızı kanunen ayıplanmamaktadır (https://www.youtube.com/watch?v=FSoMoDOHT94).

Sosyal Politika Alanına Yönelik Millî Hedeflerin Belirlenmemiş Olması

Bakanlık, eski alışkanlığın bir devamı olarak kendini halen sosyal hizmet kurumu gibi görmekte ve sadece bazı dezavantajlı sosyal kesimlerin uyumuna yönelik politikalar belirlemektedir. O da maalesef sınırlı bir anlayış çerçevesinde. Halbuki kendine yeni verilen görev sosyal politikalardır. Sosyal politikalar ise multi-disiplinli yani birden fazla alana hitap eden koruyucu/önleyici tedbirlerden ve sosyo-ekonomik hayata aktif müdahalelerden oluşan çok boyutlu bir vasıtadır.

Sosyal devletin en önemli aracı olan sosyal politikalar, örneğin sosyal adalet yani (yeniden) gelir dağılımı adaleti üzerine vergi ve kamusal sosyal yardım enstrümanlarıyla çalışmalar yapar, yoksullukla mücadelede sosyal güvenlik ve aktif istihdam politikalarına müracaat eder, yaşlılara ve engellilere sosyal konut projeleri geliştirir. Ve hatta sosyal politikaların finansmanı açısından harama/faize dayanmayan alternatif malî kaynaklar keşfeder ve bunları millî değerlerimize uygun sosyal politikalara sarf eder. Sosyal maksatlı ZEKÂT fonunun bu maksatla kurulması gerektiği yönünde bir çalışmanın yapıldığını siz hiç duydunuz mu?

Birçok yönüyle eksik olduğunu düşündüğümüz “Büyükanne Projesi” dahî, yine annelerin iş hayatına girmesini, çalışmasını teşvik edici yönleriyle kadın ve anne fıtratına tamamen aykırıdır. Doğrusu doğumdan sonraki ilk yıllarda anne ve çocuk münasebetinin sürekli ve yoğun olmasıdır. Çocuklarımız, çalışan anneler tarafından sevgi ve şefkatten uzak olarak başkalarına velev ki bunlar büyük anne olsun emanet edildiğinde çocukların ruh sağlığı ile ilgili bazı sorunlar ileride çıkabilmektedir.

Sosyal Politikaların Sadece Çalışma Hayatı Kapsamında Değerlendirilmesi

Türkiye’de mevcut olan üniversitelerimizin hiçbirisinde ne yazık ki müstakil bir SOSYAL POLİTİKA BÖLÜMÜ bulunmamaktadır. Sadece Çalışma Ekonomisi Bölümlerinde soysal politika dersi verilmektedir. Bu ders de bu bölümün altında olduğu için, meselelere dar anlamda bakılmakta ve hemen bütün konular çalışma hayatı ile ilişkilendirilmektedir. Sosyal Politikalardan sorumlu Bakanlığın kadınların, aile ortamında değil de çalışma hayatında daha çok yer alması için gösterdiği çaba da aslında bunun çarpık bir yansımasıdır. İşte bu bağlamda kadınlarımızın iş gücüne katılma oranı, şu anda yüzde 33’e ulaşmıştır. 2023 hedefi ise kadın istihdamını yüzde 41'e çıkarmakmış.

Bizim akılsız sosyal politika uygulayıcılarımız, sosyoloji, çalışma ekonomisi, din ve maneviyat bağlamında sosyal hadiselere multi disipliner boyutta bakamadıkları için, toplum hayatımıza sağlıklı çözüm üretmek yerine daha derin sorunlar/yaralar açmaktadır. Batı dünyasında kadın çalışma oranı yüksek ama emek piyasasında çalışan kadınların yaklaşık ve ortalama olarak yüzde 75’i mobbinge (işyerinde psikolojik şiddete ve cinsel tacize) uğramaktadır. Yarın (aslında bugün de var ya) biz de bu tarz tatsız olayların artarak yaşandığını düşünün. Aile içi şiddet artacağı gibi aile dışı şiddet de artmaz mı Boşanmalar ve ahlâkî erozyana zemin hazırlanmaz mı? Kadına kendi fıtrî ortamında başka alternatif sosyal güvenlik modelleri keşfetmekte aciz kalırsanız olacağı da bu olur. Millî ve manevî duygulara yakın ama sosyal siyaset alanına uzak liyakatsiz, ehliyetsiz, bürokratlarla toplumsal faydası olan gerçekçi ve fıtratımıza uygun sosyal politikalar üretilemez.

Velhâsıl

Daha geniş kapsamlı bir sosyal politika perspektifinin bilim dünyasına kazandırılması için, sosyal devletimizin üniversitelerinde mutlaka SOSYAL SİYASET BİLİMLERİ FAKÜLTELERİ kurulmalıdır. Bakanlık kadrolarına da acilen etkili ve yetkili konumunda olabilecek Türkiye’nin sosyal, millî ve dinî yapısını iyi bilen tecrübeli sosyal politika uzmanları alınmalıdır. Onun için gelin partizanlık veya adam kayırmacılığı yapmak yerine Kur’ân-ı Kerim’in buyurduğu gibi uygulamalı siyaset alanında ehliyetli uzmanlarla çalışın:

“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”