Çılgın bir genç, hışımla başını kaldırıp haykırdı:

“İslam’ı hayatımızdan çıkarmakta geciktiğimiz için geri kaldık!”

Bir başkası, içinde biriken bütün kazuratı, bir böğürtüyle ağzından döktü ortalığa:

“Batı medeniyetini taklit etmekten başka yol yoktur, aydınlanma çağımızın gerçeğidir.”

Haberler ve bültenler, konuşanlar ve dinleyenler, hep aynı şeyleri seslendirdi ve dinledi:

“Onlar daha medeni, yolları da çok güzel, kaldırımlarında engelliler için hiç engel yok, yeşil alanları çok fazla, çok mutlu onlar, onlar çok gelişmiş, onlar örnek toplum, örnek insanlar, örnek devletler…”

Çok bilmiş ve bilgiç, çok aydın ve ilerici, çok akademik ve çağdaş, çok seküler ve demokrat bir profesör; bütün bilimsel yaklaşımını bir iğrenç boğaz sesiyle, balgam çıkarır gibi tükürdü:

“Batı, bizden birkaç yüzyıl ileride, sadece teknolojik olarak değil, sosyal toplum ve yönetim sistemleri açısından da çağımızın ufku batıdır.”

Bir başka sapık, batı kadınlarının ne kadar şanslı olduklarını anlatırken, ağzının kenarından akan salyaları silmeyi unuttu!

Eğitim onlardaydı, bilim onlarda; akademi dediğin onlarınki gibi olurdu.

Devlet dediğin öyle olurdu zaten, biz sırf bu yüzden başarısızlığa mahkumduk! Padişahı kovmakta geç kalmıştık!

İsmini değiştirmemiz yetmedi, düzeni değiştirmemiz yetmedi, alfabeyi değiştirmemiz yetmedi, ezanı değiştirdik yetmedi; Kur’an-ı yaktık bitmedi, hocaları astık bitmedi, kitapları yasakladık bitmedi.

Biz ne yapılması gerekiyorsa yaptık, ama bir türlü çağdaş ve ileri bir ülke olamadık!

Değiştirmediğimiz bir halk kalmıştı, onu da son 50 yılda medya eliyle bozduk. Bozduk derken yanlış anlaşılmasın, sadece batılı standartlarda bir halk olmaları için ne gerekiyorsa pompaladık ekranlardan ve gazete sayfalarından, hatta radyolardan…

En ahlaksız filmler bizde olmalıydı, oldu.

En aşağılık katillerin hikayelerini biz yazmalıydık, yazdık.

En iğrenç tecavüzcüyü biz çıkartmalıydık, çıkardık.

En zalim baba, en acımasız evlat; hasılı en kötü aile bizde olmalıydı, yaptık.

Her fırsatta temelden tavana bütün değerlerimizi aşağılayarak batıya kuyruk sallamalıydık, belki başımızı okşarlardı; okşadılar.

En ağır suçlar mutlaka günlerce ekranlardan anlatılmalı, gösterilmeli, konuşulmalı idi. En küçüğümüzden en büyüğümüze, hepimiz bütün pislikleri sıradan görünceye kadar gözümüze sokulmalıydı, sokuldu.

Güzellik namına neyimiz varsa; medeniyet, tarih, ilim, irfan, ahlak, aile ve topluma dair neyimiz varsa, aşağıladılar!

Yenildik ve daha da kötüsü ezildik!

Eziklik hissi, bazımızı kendi benliğine ve kendine ait ne kadar değer varsa hepsine düşman etti. Onlara göre yenilgi ve ezikliğimizin sebeplerine düşmanlık kurtuluşun yolu oldu.

Bazımız, göz ve kulaklarını hatta bütün benliklerini batıya çevirdiler. Onların yeşil dediği kadar yeşildi ormanlarımız ve onların dediği kadar medeni olabilirdik ancak!

Onların tayin ettiği kadar değerli idi paramız.

Onların verdiği puanlar kadardı devletimizin dünya piyasasında ederi.

Toplumumuzun karnesi onların çekmecesinde idi, onların verdiği notlar kadar geçebilirdik sınıfları.

Oysa ne bazılarımızın sandığı kadar iyiyiz ne de batılı dostlarımızın(!) söylediği kadar kötü; biz bir fetret devri ezikliği yaşıyoruz. Geçecek ve bitecek bir devir bu.

“Bu günleri insanlar arasından dolaştıran” Allah sonumuzu hayreylesin. Hayra varmak bize derman versin.