Ortaçağın karanlığındaki toplumlarda, bir kişinin kendisine yapılan bir kötülüğe misliyle karşılık vermesi, cahiliyye âdetlerindendi. O zamanlar, kişisel olarak kendisine yapılan kötülüğü cezalandırmaması, haksızlığa, iftiraya ya da kötülüğe uğramış bir kişi için acziyetten sayılırdı. 

Ama sonra insanlığa rahmet olarak indirilen Kur’ân-ı Kerim, bize affediciliğin acziyet olmadığını, bilakis büyük bir fazilet, yüksek bir meziyet olduğunu ortaya koydu. Hatta affetmenin ahlâk-ı ilâhî’den neş’et ettiğini ve bir peygamber ahlâkı olduğunu buyurdu.

Allah Teâlâ, affedenleri, Yüce Kitabında övüyor; “O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar. Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor ve bu meziyeti gösteren kullarını çok sevdiğini ilan ediyor.

Rasûlullah Efendimiz (sav); “Allah kötülüğü affedeni azîz kılar” (Müsned, II, 235) müjdesini veriyordu ki; ‘azîz’, Arapça’da ‘şerefli ve güçlü’ demektir.

Hayatımızın gerçek mânâsını bulması, işte bu erdemli davranışı hayata geçirmekle mümkün. Bu güzel düstûru, kendi hayatımızda ete-kemiğe bürüyerek topluma taşırsak, insanlar İslam’ın diriltici soluğuyla yeniden buluşacaktır.

A’râf sûresinin 199. Âyet-i Kerîmesi de affı öğütleyen âyetlerden biri: “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”

Rûhu’l-Beyân’da belirtildiğine göre; Rasûlullah Efendimiz (sav), Cebrail (a.s)’a “Af yolunu tutmak nedir?” diye sordu. O da; “Bilmiyorum, Rabbime sorayım” dedi ve öğrenip dönünce şu cevabı verdi; 

“Ey Muhammed, Rabbin sana vermeyene vermeni, gelmeyene gitmeni, sana zulmedeni affetmeni ve sana kötülük yapana iyilik yapmanı emrediyor.” dedi.

Affetmenin, İslam’da bütün faziletlerin temelini teşkil eden takvâya daha yakın olduğu belirtilir. Nûr sûresinin 22. Âyet-i Kerîmesinde mü’minler affetmeye çağrılır ve; “Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?” diye sorulur. Demek ki affetmek, bağışlanma vesilesidir.

Affetmek, ne muhteşem bir asalet! 

Cahillerden yüz çevirip onların seviyesine inmemek, haklı olduğu halde onların yaptıklarına karşılık vermemek, ne güzel bir fazîlet! 

İnsanı iki cihanda aziz kılacak temel dinamikler bunlar olmalı. Cenâb-ı Hak, af yolunu tutmanın, affetmenin lüzûmunu, sebepsiz yere öğütlüyor olamaz.

Rasûlullah Efendimiz (sav), amcası, Şehidlerin Efendisi Hz. Hamza (ra)'ı şehîd eden Vahşî’yi de, onu azmettiren Hind’i affetmişti..

 Mekke’nin fethi günü bir çok esire, “serbestsiniz” diyordu.. 

Kızı Zeyneb’i yaralayıp, ölümüne sebebiyet veren Habbar bin Esved’i de affediyordu..

Hz. Ebû Bekir (ra), kızı olan mü'minlerin annesi Hz. Aişe (ra)'ye 'ifk' vakasında iftira eden kişiye, yaptığı iaşe yardımını kesmemişti..

Hz. Yûsuf (as), kıskançlık ve hasedlikten ötürü, kendisini öldürme kasdıyla kuyuya atan öz kardeşlerini affetmişti..

 

"Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir." Âyet-i Kerimesi nazil olunca, Hz. Rasûlullah Efendimiz (sav) içinden şöyle geçiyor; “Yâ Rab! İnsanda öfke ve gadab varken bu nasıl mümkün olabilir?”

Rivayet edilir ki, Rasûlullah’ın bu düşüncesi üzerine bir sonraki Âyet-i Celile nâzil olmuştur: (Buna rağmen) "Şeytanın fitlemesi seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir."

Yâni; bunca kötülüğe mâruz kalıp, iftiraya, haksızlığa uğradıktan sonra, affetmeyi hayatımıza taşımakta zorlandığımız anda; hemen Allah’a sığınmalı, nefsimizin ve mel’un şeytanın bir şeyler fitleyerek, bizi Allah'ın 'aziz' kılacağı o büyük meziyeti ete-kemiğe bürümemize yani affetmemize engel olmalarına fırsat vermeyeceğiz.

Güzel ahlâkın en güzeli; 

sana gelmeyene, senin gitmendir,

seni mahrum edene, senin iyilik etmen, 

sana zulmedeni, affetmendir...

'Er'lik;

sana kötülük edeni affedip, karşılığında ona iyilik etmektir. Bu, zaafiyet, zayıflık ya da ahmaklık değil, bilakis güzel ahlaktır. Mükafatı, karşılığı, Allah katındadır.

Ayette geçen 'af yolunu tutmak' demek, "kötülük yapanın kötülüğünü örtme" tutumunu benimsemek ve toplumsal mantığın birbirine karşı insanlara tanıdığı intikam hakkını göz ardı etmek demektir.

Bu tutum, başkalarının insanın kendisine karşı kötü davrandıkları, onun kişisel hakkını çiğnedikleri durumlar için geçerlidir. Ama eğer çiğnenen hak başkalarının hakkı ise, orada affın yeri yoktur. Çünkü bu durumdaki af, suça teşvik, en şiddetli şekilde başkalarının hakkının çiğnenmesini özendirmek ve toplumu ayakta tutan kuralları geçersiz kılmaktır. Zulmü, fesat çıkarmayı, zalimleri desteklemeyi, onları hoş görmeyi yasaklayan ayetler de, daha doğrusu hükümler ve kanunların esaslarını ortaya koyan bütün ayetler de, böyle bir tutumu yasaklamaktadır. Bu açık bir gerçektir.

NE MUTLU, AF YOLUNU TUTAN ALLAH'IN AZÎZ KILDIĞI O FAZÎLET SAHİPLERİNE!