Cumhurbaşkanı ve AK PARTİ Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 27 Mayıs 1960’ta gerçekleşmiş olan darbenin 60. yılında Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nın açılışında yaptığı konuşmasında darbeden 16 ay sonra idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı andıktan sonra “Aslında burada yapılan iş yargılama değil, darbe yaparak Anayasa'yı çiğneyenlerin yaptığı bir hukuk cinayetiydi” ifadesini kullandı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin de katıldığı programa Erdoğan, "Sürgüne gönderilen Hindistan'dan idam kararlarının hukukî ve meşru olmadığını belirterek trajediyi engellemek için çırpınan merhum Alparslan Türkeş'i de yâd ediyorum” dedi.

Eski adıyla Yassıada’da gerçekleşen 27 Mayıs Anma Programında dikkatimi iki önemli husus çekmiştir. Bunlardan birincisi Alparslan Türkeş’in vefatından sonra MHP koltuğuna oturan Devlet Bahçeli’nin 27 Mayıs askerî darbeyi ilk kez eleştirmiş olmasıdır. Bilindiği üzere Türkeş, Demokrat Parti iktidarına karşı gerçekleştirilen askerî darbenin öncesinde Albay Talat Aydemir'in önerisiyle Millî Birlik Komitesi'ne alınarak, darbeyi planlayıp yürütecek olan 38 darbeciden birisiydi. Nitekim darbe bildirisini 27 Mayıs 1960 sabahı radyodan okuyan kişi de bizzat Türkeş idi.

Millî Birlik Komitesi üyeleri arasında meydana gelen itilaf sonucu "Ondörtler" grubu arasında yer almış olan Türkeş, Hindistan’a Hükümet Müşaviri olarak gönderilmiştir. Doğrudur, Hindistan'da sürgündeyken Türkeş, Millî Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel'e, “Yüksek” Adalet Divanı'nda yargılanan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmelerine karşı çıkmıştır. Ancak, bu durum, onun darbecilerle birlikte sivil bir hükümetin alaşağı edilmesi gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Meşum bir teşebbüsün hayırlara vesile olamayacağını idrak edemeyen bütün maceraperest darbeciler, bunlardan bir kısmının idamlara karşı çıkmış olsa dahî yapılan zulümlerden derece derece mesuldür. Enteresandır. Etme bulma dünyası olsa gerek Türkeş de 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 4,5 yıl tutuklu kalmıştır.

Pek dillendirmeyen diğer bir konu ise Türkiye’de yapılan bütün askerî darbelerin ve(ya) teşebbüslerin Kemalist menşeli ve laiklik maskesi altında İslâm’a karşı olmasıdır. Her bir darbe bildirisinde mutlaka Atatürk’e ve(ya) Atatürkçülüğe vurgu yapılmıştır. İşte size bu bağlamda sadece darbe bildirimlerde geçen Atatürk/çülük vurguları:

27 Mayıs 1960 sabahı erken saatlerde radyolardan Milli Birlik Komitesi üyesi Albay Alparslan Türkeş tarafından okunan bildiride Büyük Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' prensibi bayrağımızdır.” ifadesini bir hatırlayıverelim.

1.) 12 Mart 1971 tarihinde ordu tarafından TRT radyolarından hükümete yönelik okunan muhtırada ise şu sözlere yer verilmişti: “Parlamento ve hükûmet…Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.”

2.) 12 Eylül 1980 darbesinin mucidi General Kenan Evren’in okuduğu bildiride ise tam on kez Atatürk’e yer verilmiştir. “Atatürk Milliyetçiliğinden hız ve ilham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine bağlı kalmanın, milli mücadele ruhunun, millet egemenliğine Atatürk ilke ve devrimlerine olan bağlılığın tam şuurunu yerleştirmek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz… Eğitim ve öğretimde Atatürk Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.”

3.) Millî Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarihli rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler kararında Atatürk, tam dört kez anılmaktadır. Hükümete karşı bir post-modern muhtıra niteliğinde olan bu kararda “genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle Atatürk, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması…Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamlarının yetiştirilmesi, Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemesi istenmektedir.

4.) 27 Nisan 2007 tarihinde bu sefer Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın e-muhtırasında da şu sözler dikkat çekicidir: “…Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde KUR’ÂN OKUMA yarışması tertiplenmiş…Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir…Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”

5.) 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde bulunan FETÖ’cü Kemalist askerlerin bildirisinde ise yine benzer ifadeleri okumak mümkünü: “…Bu ahval ve şerait altında yüce Atatürk'ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakârlıklarla kurduğu ve bugünlere getirdiği Cumhuriyetimizin koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri, "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinden hareketle…”

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”, “Çağdaş Uygarlık” ve(ya) “Ne Mutlu Türküm Diyene!” anlayışını getirmek isteyen ezberci Kemalist cuntacılar ve darbe meraklıları, her defasında Türkiye’yi kaosa sürüklemiş, memleketimizin maddî ve manevî gelişimini engellemiştir. Menderes’in ezanı aslına döndürmesinden ve ABD dışında alternatif dış politikaya yönelmesinden, Erbakan Hocanın İmam Hatip Okulları açmasından, Kudüs’ü gündeme getirmesinden ve ağır sanayiye önem vermesinden, çocuklarımızın Kur’ân okumasından ve Cumhurbaşkanı eşinin başörtülü olmasından rahatsızlık duyacak kadar hem maneviyattan, hem de sivil demokrasi anlayışından uzak olan bazı ordu mensuplarının darbeye meyilli olmasının başlıca sebebi askerî okullarda aldıkları Kemalist eğitimdir. Dolayısıyla 27 Mayıs, Türkiye’de yapılan veya yapılmak istenen bütün (post) modern darbelerin müsebbibi olmuştur.

Bundan böyle Türkiye’de darbelerin olması kesinlikle istenmiyorsa askerî okullarda yurt savunması ile ilgili zorunlu teknik ve meslekî derslerin yanında makul bir düzeyde Kemalizm ideolojisi yerine SİVİL DEMOKRASİ dersi verilmelidir. Yurtta sulh, ordunun ancak sivil hükümete ve onun başı olan Cumhurbaşkanına tâbi olması ile sağlanabilir.