Şiiri, edebiyattan ayrı tutarak mimari ve musiki ile sanata dahil etmemizin nedeni, şiirin hem iham ve feyz temelli bir hikmet arayışı hem de sünnetullah esasında ahenge ve ritme tabi olmasın-dandır ki, bu yanıyla da kadim zamanlardan beri şiir başlı başına bir ilim olarak nitelenmiştir.

Şiirin bizim zamanımızda serbest vezinle yazılıyor olması ahengin ve ritmin onun dışına itildiğini göstermez. Zira bu değişim doğrudan tarzı kadim şiir anlayışını yıkma çabasını da siyaseten ihtiva eden edebiyat ideolojisinin ürettiği bir durum olmakla birlikte, sanatla olan zorunlu dirsek teması nedeniyle edebiyat da zevke esas temel unsurlar olması bakımından bunlarsız iş göremez.

Bunlardan, son iki yazıdır ele aldığımız edebiyat meselesine tekrar dönecek olursak, Osmanlı’nın son devirlerinde başlayan edebiyatta Garplılaşma hareketinin asıl meyvelerinin Cumhuriyet’te devşirildiğini öncelikle belirtmemiz gerekir.

“Harf inkılabı” adıyla elifbadan Latin alfabesine geçilmesi, söz konusu devşirmenin en etkili aracı olmuştur. Bu yolla mevcut kitaplar ve kütüphaneler bir gecede değersizleştirilmiş, dipçik zoruyla sağlanan bu boşluk -sistemin güdümünde- Batı taklidi edebiyat kitaplarının üretilmesiyle doldurulmaya çalışılmıştır.

Bu safhadan itibaren devrimlerin benimsenmesi, Kemalizm’in yüceltilmesi, dinin ve dindarlığın karikatürize edilerek kötülenmesi, halkın hemen her düzeyde çağdaşlık, ilericilik örneği olarak Batılı yaşayışa, alışkanlıklara, adetlere… özendirilmesi edebiyat yazarlarının “resmî” uğraşısı haline getirilecek; yeni duruma dahil olmayanların akıbetleri ise Abidin Dino’nun -sanatçıların tümünü içine alan- şu tespitindeki gibi olacaktır:

“(Fikret) Mualla’nın çok önemsediği bu tür ressam ve resimlerin son örnekleri Galata’da bulunur. Esrarkeş kahvelerinde son nakkaşlar, içi dolu hindistancevizli, kamış saplı, lüleli nargilelerin ‘ocakçılığını’ ederler.” (Gören Göz İçin Fikret Mualla)

Halen bitmemiş olan, mevcut gidişata göre bitmesi de mümkün bulunmayan bu süreçte tarzı kadime tabi sanatçıların yani mimarların, hanendelerin, şairlerin, müelliflerin, muharrirlerin… maruz kaldıkları zulüm, yoksulluk ve yoksunluk hikayelerini anlatmaya sayfalar yetmeyecektir. Bunlardan geriye, şairin “Bir zaman imiş ki ilmin müşterisi var imiş / Geldi ve geçti dağıldı bu da bir bazar imiş” beytini de hatırlatan “Ne kendi özümüze sahip çıkabildik ne de Batılılar gibi olabildik” klişesinin bir suçluluk belgesi olarak tekrarlanması kalmıştır.

Gerçi edebiyat yazarlarımızın ve okurlarımızın büyük çoğunluğu artık mutludur. Osmanlı lisanına hürmeten roman nazariyesini roman yerine hikaye başlığı altında anlatan Halit Ziya Uşaklıgil’in hassasiyeti zaten kendisiyle beraber ölmüş, evvelkilerin uzun hikaye, milli hikaye gibi adlarla meşrulaştırmaya çalıştıkları roman, yayın pazarında iyi para kazandıran bir uğraş haline gelmiştir.

Ahlaki hassasiyetler nedeniyle henüz yaşamakta olan mahremiyet vb. değerlerin pazara çıkarılması da mümkün hale geldiğinde iş daha da kolaylaşacak ve böylece sabah en erken kalkan o gün romancı olacaktır.

Edebiyat meselesinde atı alan Üsküdar’ı geçtiği halde, halen “Batı edebiyatı ve estetiği başlı başına bir ideolojidir. İnanış ve zihniyet olarak Batılılardan olmadıkça onların edebiyatını takliden ifa etmek kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar için bir zillet beyanıdır.” şeklinde çatlak sesler çıkaran, bozuk olmasına rağmen az da olsa işleyen edebiyat çarkına çomak sokmak isteyen birkaç yobazın, radikalin, cihatçının… dünya mühleti de şu dijital imkan ve hükümranlıkta zaten kendiliğinden dolacaktır.

Bunun gibi, “Sezai Karakoç ile İsmet Özel’in şiirde ısrar etmeleri, Batılı edebi türlerde kalem oynatmamaları ‘asil bir tenezzülsüzlük’le alakalı olabilir mi?” vb. sorular eşliğinde kimi milli tutumların, vakarlı duruşların hatırlanması ve hatırlatılması da çok uzun ömürlü olmayacaktır.

YediHilal Derneği’nin 2016’dan bu yana yapa geldiği “edebiyat ve aksiyon adamlarının kitaplarını medrese usulüyle okutma” faaliyetinin bir yenisini duyururken başladığımız ilgili sorgulamayı ve soruları şöyle bağlayalım:

YediHilal Derneği yöneticilerinin bu konuda müteşerri ve milli bir şuura sahip olduklarına inanıyorum. Bu zamana kadar ortaya koydukları niyet ve gayret de bunu gösteriyor.

Umuyorum ki, gidişatını halen büyük ölçüde şiirin belirlediği kendi edebiyatımıza mahsus sayabileceğimiz kimi eserlerle, müşrik edebiyatçıların kitaplarını birlikte okuturlarken, zihniyet farklarını ve bunların neden olduğu yıkım ile inşayı hep göz önünde bulundurarak, nesirde / kurmacada da iyinin en iyisine ulaşma yolunda asil bir cehdi ortaya koyacaklardır.